Bu da bireysel kampanya… Hazırlayıp dağıttığı 100 bin mektupla herkese “referandumda evet” çağrısı yapıyor

Anayasa değişikliğiyle ilgili halkın görüşünün sorulacağı referandum 12 Eylül’de yapılacak. Siyasi partiler referandum kampanyalarıyla ilgili hazırlıklarını hemen hemen tamamladılar ve yakında da meydanlara çıkacaklar.
Siyasi partiler görüşleri doğrultusunda “evet” ya da “hayır” kampanyalarına hazırlanırken, boykot çağrısı yapanlar da var.
Aslında…
Referandum kampanyalarındaki “evet” ya da “hayır” çağrılarının yalnızca siyasi partilerin kampanyalarıyla sınırlı olduğunu düşünmemek gerekir.
Kamuoyuna yansıyan haberlerden sivil toplum örgütlerinin de kampanya sürecinde etkili olacakları anlaşılıyor.
Çünkü…
Sivil toplum örgütlerinden de; gerek temsil ettikleri üye tabanı, gerek savundukları düşünceler, kısmen de olsa konjonktürel etkilenmelerle “evet” ya da “hayır” çağrısı yapanlar var.
İşte…
Böyle bir atmosferde, Türkiye’deki ilk bireysel referandum kampanyası şu sıralar Bursa’da yürüyor.
Kampanya…
Bursa’nın tanınmış isimlerinden Fazlı Taştan’a ait.
1980 öncesi süreçte Bursa’daki Ülkücü gençlik hareketinin en önemli isimlerinden biri olan, idealleri uğruna verdiği mücadelesi nedeniyle 12 Eylül’de bedel ödeyen gençler arasında yer alan Fazlı Taştan, yurt dışında geçirmek zorunda kaldığı yıllarında İsviçre’nin Lozan kentinde belediye meclisi üyeliği yapmıştı.
Türkiye’ye döndükten sonra da 1994-1999 döneminde Anavatan Partisi’nden seçilerek Yıldırım Belediye Meclisi’ne girmiş, sonra siyasetten uzaklaşırken izleyici olmayı seçmişti.
Halen…
Tekstille uğraşan öve Türkiye’nin en önemli kravat ve fular üreticilerinden biri olan Taştan, yine de yakın çevresiyle siyasi değerlendirmeler yapmayı sürdürüyor.
Referandum sürecinde Türkiye’nin ilk bireysel kampanyasını Bursa’dan başlatırken de değişik bir yol izledi.
Önce…
Yakın dostu olan Yazar Dücane Cündioğlu’nun 11 Temmuz 2010 tarihli Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan “Hepimiz 12 Eylülüz” başlıklı yazısını aldı. Kendisini ve düşüncelerini en iyi şekilde anlattığını düşündüğü yazı gerçekten çarpıcı.
Cündioğlu’nun gerçekten çarpıcı analizler yaptığı yazısı aynen şöyle:
Bir insanın dünyaya gelebilmesi için rahmi dölleyecek 1 aded sperm yeterli. Bu amacı gerçekleştirmek için aşağı yukarı 3-5 sperm yetebilecekken acaba niçin milyarlarcasını telef etmek gerekiyor?
Her hâlde şundan:
Tür, kendi sürekliliğini garanti altına almak istediği için.
Başka bir deyişle, insan türü, sürekliliğini şansa bırakmadığı için.
***
İnsan yaşamak zorundadır. Yaşamak, yani kendini yaşatmak zorunda…
Elinde değildir. Tüm seçimlerini yaşamdan yana yapmak zorundadır.
Spermleri gibi insan da her halukârda yaşamak ve yaşamını sürdürmek ister. Kendini korumaya düşkünlüğü bundandır.
Kazanılması ve elde tutulması gereken öncelikle yaşamdır. Bu uğurda kaybedilenlerin/kaybedilecek olanların ise hiçbir önemi yoktur.
İnsanoğlu ne yapıp edip yaşamayı seçer her defasında.
Bilinçli olarak değil, bilinçsizce. Güdüler böyle emreder. İnsan da çaresiz boyun eğer.
Öncelikli olan yaşam güdüsüdür.
Her zaman.
Yaşamına kendi elleriyle son verenler bir bahs-i diğerdir, ama onlar bile, gerçekte, bu ilkeyi gerçekleştirmek için hareket ederler.
***
İnsanın şaşılası bir uyum yeteneğinin olması bundandır.
İnsan ne yapıp edip uyum sağlar, üstelik her koşula, her duruma.
Her zaman.
Bedenen de, ruhen de.
Güdüleri de, bilinci de.
En büyük silâhı unutmaktır.
Yaşamak için unutur insan, yaşayabilmek için… yaşamını sürekli kılmak için…
Belleğinin kendisini huzursuz etmesine izin vermez, bastırır bu yüzden, canını sıkan, yaşamını sürdürmesini engelleyen ne varsa hepsini bastırır. Unutur.
Geğirir ve yoluna devam eder.
***
Ama insan bedenden, bedenin isteklerinden ibaret değil ki. Onun bir ruhu var, vicdanı var, ne kadar bastırırsa bastırsın, ne kadar silmeye çalışırsa çalışsın, acılarla dolu kocaman bir hafızası var.
Kardeşlerinin acısı var, dostlarının acısı var, evlat acısı var.
Hatıraları var. Silinemeyecek hatıralar.
Lânet olası şu tassallut rejimleri silsilesine karşılık insanın bir de haysiyeti var.
O haysiyettir ki insanı zayıftan, güçsüzden, mazlumdan yana tavır almaya iter.
En başta, kendinden. Kendiliğinden.
Ama hangisinden?
***
Ne pahasına olursa olsun yaşamaya kurulu güdüler toplamı mıdır insan denen şu zavallı?
Bu toplamın küçük bir fazlası var: Vicdan!
Madenlerin de hafızası var, bitkilerin de, hayvanların da…
Ama insandan gayrı hiçbir varlığın vicdanı yok!
Hafıza basitçe bir depo değil, bir kiler hiç değil, hafıza belki vicdan ışığıyla gezilecek bir çatıkatı aralığı…
Sadece unutmak istediklerimizi gömdüğümüz bir kubur, bir kabir değildir hafıza, aynı zamanda unutmak istemediklerimizi, hatırlamak istediklerimizi bizim için saklayan bir vicdan mahfazasıdır da. Bir mücevher kutusu. Bir hizâne. Sevgilerimizi, acılarımızı, öfkelerimizi, hayal kırıklıklarımızı sırf bizim adımıza saklayan hürmet edilesi bir hizâne…
***
İnsan alışır. İnsan uyum sağlar. 12 Eylül’e de alıştık, 12 Eylül’ün eserlerine de uyum sağladık. Sadece uyum mu, o eserlerden menfaat de sağladık. İşimizi yürüttük.
Bize tecavüz edenlere âşık olduk. Güçlüden öyle korktuk ki karşımızda olmasına dayanamayıp bizi sînesine almasına izin verdik.
Hepimiz 12 Eylülleştik. 12 Eylül’ün çocukları filan değil, düpedüz kendisiyiz artık.
Hepimiz askeriz. Hepimiz Kenan Evren. Hepimiz cunta. Hepimiz darbe.
Böyleyiz. Çünkü gücü seviyoruz, geçmişi hatırlamak istemiyoruz. Kötü geçmişi. Tecavüz sahnelerini.
En büyük silahımızı çıkardık ve o silâhı kullandık. Bizi üzen ne varsa hepsini unuttuk! Unutmak zorundaydık. Yaşamak için. Yaşamı sürdürmek için.
“Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul
Kurt yapmaz bu taksimi kuzulara şah olsa!”
diyor ya şair, şair sözüdür inanmayın, bu taksimi kurtlar da yaptı. Boz boz kurtlar…
VE alıştık.
O yüzden şimdi de zâlimlere aşkımızı ilân ediyoruz.
İşkencecilerimize.
Hem de bir tek gerekçeyle: HOMO SUM.
Yani,
1) Ben insanım, güdülerim var, unuturum.
2) Ben insanım, vicdanım var, unutmam.
***
“Our boys”u unutma ey talib! İnsan haysiyetini hiçe sayanları…
Bir de şunu: Sözümona düşman tepesine inmesi gereken postalların o gencecik yüzlerde bıraktığı yara izini.
“Peki ya sen?” dersen, diyeyim:
“Unutma gücü”mü gündüzleri kullanabiliyorum ama gecelerime bir türlü söz geçiremiyorum. Kâbuslarıma.
Bu yüzden otuz sene gündüz ışığını görmeden yatağa girmedim. Bir tek gece bile.
Sırf unutayım diye.
Ve fakat hâlâ unutamadım.
İnkisarım bâkidir.
Öte dünyada da.
Sonra da…
Bu farklı yazıya iki cümlelik kendi çağrısını ekledi:
“İşte ben insanım, vicdanım var, unutmam.
Ve anayasa referandumuna EVET diyorum.”

Altına da Fazlı Taştan imzasını koydu.
İşte…
Önlü arkalı bir sayfalık A4 kağıdında mektup haline getirdiği bu yazıyı tam 100 bin adet bastırdı.
Şimdilerde…
Değişik bir yöntem haline gelen, daha doğrusu referandumun kampanya sürecine farklılık katan “referandumda evet” kişisel kampanyasını içeren mektubu her yere gönderiyor, dağıtıyor.
Gördüğümüz kadarıyla Taştan’ın mektubu çok da ilgi görüyor. Anayasa değişikliği oylamasına ilişkin kararı ne olursa olsun, pek çok kişi mektuba büyük ilgi gösteriyor.