Kimse kızmasın, alınmasın, darılmasın, kırılmasın, yanlış anlamasın… Politik Nabız’a kendimizi anlattık

Biliyoruz… Yazının başlığı Hasan Cemal’in “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” kitabının adına benzedi. Fakat aşağıda okuyacağınız yazı da Hasan Cemal’in kitabı gibi bir şey oldu.
Aslında…
Kendimizi anlatmak gibi bir niyetimiz yoktu. Ta ki, sevgili Faruk Bayezit çıkıp gelinceye kadar. Hani “on parmağında on marifet” denilen insanlar vardır ya, Faruk Bayezit de öyle biri.
Bir yandan siyaset izleyen, bir yandan ülke sorunlarına kafa yoran, bir yandan Yıldırım Sanayici ve İşadamları Derneği Genel Sekreterliği görevi nedeniyle ekonomiyi düşünüp öngörüler geliştiren, bıkmadan çalışan, yılmadan üreten bir yapısı var Faruk Bayezit’in.
Daha önce…
Efektif adıyla ekonomi dergisi yayınlıyordu. Son gelişinde “Politik ve Ekonomik Nabız adıyla bir gazete çıkarıyorum, ilk sayısında da seninle röportaj yapıyorum” dedi.
Böylesine kararlı birini kırmak olmazdı. Biz de kırmadık zaten.
Gerçi…
Bugüne kadar değişik yayın organlarında röportajlarımız yayınlardı ama bu kez kendimizi anlatan bir röportajın konusu olduk.
Faruk sordu, biz cevap verdik. Yaptığımız röportaj geçtiğimiz hafta piyasaya çıkan Politik ve Ekonomik Nabız adlı gazetenin ilk sayısında yayınlandı.
Açıkça söylemek gerekirse…
Okuyunca biz de keyif aldık. Onun için, Faruk Bayezit’in bizimle yaptıoğı röportajı bir de buradan yayınlamak istedik.
Baştan söyleyelim…
Bu röportajda kimseye özel bir mesaj verme kaygımız yok. Kimseyle işimiz de yok.
O nedenle…
Kimse kızmasın, kimse alınmasın, kimse darılmasın, kimse kırılmasın, kimse yanlış anlamasın. Yalnızca, Politik ve Ekonomik Nabız için Faruk Bayezit sordu, biz de içimizden geçenleri olduğu gibi anlattık.
İşte o röportaj:
••••••••••
Gerçi biraz gereksiz bir soru olacak ama (çünkü tüm Bursa sizi tanıyor) bize kendi pencerenizden Ahmet Emin Yılmaz’ı anlatır mısınız ?
Doğruyu söylemek gerekirse, bugüne kadar karşılaştığım en zor soru oldu… İnsanın kendini anlatması gerçekten çok zor.
Ama kendimle ilgili şunu söyleyebilirim: Ben gazeteciliği bir yaşam biçimi haline getirdim. Çıraklıktan başladığım bu mesleğin her kademesinde çalıştım. Spor muhabirliği yaptım, polis-adliye muhabirliği yaptım, vilayet-belediye muhabirliği yaptım, sayfa sekreterliği yaptım.
Ayrıca şef olarak görev yaptım, yazı işleri müdürü olarak sorumluluk üstlendim. Köşe yazarı olarak da okurlarımla bir şeyler paylaşma fırsatı elde ettim.
Kendimi şanslı kabul ediyorum. Çünkü lise yıllarında kafama koyduğum bir işi yapıyorum. Hani şarkıcılara sorduklarında “Küçük yaşlarda başladım” derler ya, benim durumum biraz onlara benziyor. Çünkü lisedeyken sınıfın duvar gazetesini hazırladım.
Onu hazırlarken bile haber verme heyecanını yaşadım.
O bakımdan, insanın istediği, hedeflediği bir işi yapıyor olması mutluluk verdiği gibi, yolunda yürümesindeki motivasyonunu da doğal olarak arttırıyor.
Bununla birlikte kendimi şanslı bulduğum noktalar arasında, Bursa basınında bazı ilklere imza atmış olmak da geliyor.
Örneğin, 1983 yılında siyasi partiler kurulurken ben o süreçteki yoğunluk nedeniyle yalnızca partilerin kuruluş hazırlıklarını ve sağda-solda yapılan toplantıları izledim. O güne kadar Bursa basınındaki branşlar arasında siyaset muhabirliği yoktu, bu kavram benimle başlamış oldu. Şimdi gazetelerde siyaset muhabirliği olarak özel birimler oluştu.
Yine, 1983 Aralık ayında biraz da emrivaki ile köşe yazmaya başladığımda Bursa’da kulis, haber ve haber arkası yazıları yoktu. Bırakın Bursa’yı, Türkiye’de bu alanda iki tane örnek vardı. Biri rahmetli Örsan Öymen, diğeri ise Yavuz Donat. Bu iki ustaya bakarak kendime bir yol çizdim.
Hatta, kendime yol çizerken özgün bir üslup oluşturdum.
Bugün her gazetede 3-4 kulis ve haber arkası yorum yazan arkadaşım var. Onlara kulvar açmış olduğum için kendimi şanslı ve mutlu hissediyorum.
Beni mutlu eden noktalardan biri de, ta 1983 Aralık’ında yazmaya başladığım sırada kendime yol çizerken geliştirdiğim yazı üslubunun bugün kulis yazan arkadaşlarım için iyi bir kılavuz olduğunu görmek.
Belki abartılı bulanlar olacak ama benim geliştirdiğim yazı stili ya da üslubu, Bursa’da kulis ve haber arkası yorum yazıları için neredeyse gelenek haline geldi. Bundan da ayrıca kıvanç duyuyorum.
1983 Aralık’tan itibaren her gün yazdım. Üstelik, 34 yıla giren gazetecilik yaşamımın son 10 yılına kadar senelik izin kullanmadım.
Aslında ben gazetecilik yaşamımda ilk gazetem hariç istikrarlı oldum. Bu kapsamda bakılırsa, gazeteciliğe başladığım gazete olan Bursa Marmara’da 1 yıl çalıştım. Ardından Doğru Hakimiyet’te 13 yıl görev yaptım. Olay’da da 20 yılı bitirdim.
Bu süreçte yalnızca son 2.5 yılda kesintiye uğradığımı söyleyebilirim. 2008’de Olay’a TMSF’nin el koymasından sonra tatil için çıktığım izin zorunlu izne dönüştü ve temmuzdan kasıma ortasına kadar 4.5 ay evde oturdum. Eşimin ve çocuklarımın çok hoşuna gitti, ama bu benim evde geçen en uzun süremdi.
O süre içerisinde Türkiye’de ilk olan bir durumu hep birlikte yaşadık. Zorunlu izine çıkarılmam nedeniyle Bursa’daki AK Parti hariç tüm siyasi partilerin il başkanları toplanıp açıklama yaptılar.
Siyasetçilerin bir gazeteciye sahip çıkmaları açısından bu durum Türkiye’de bir ilkti. Bunun benim için bir diğer özelliği de, il başkanlarının hepsinin benim için toplanıp açıklama yapmalarını “gazetecilik anlayışımda ayırım yapmamamın ve taraf olmamamın, yazı üslubu olarak da kimseye hakaret etmemenin tescili” olarak kabul ettim.
Tekrar yazmaya başladıktan sonra ise, 30 Aralık 2009 itibariyle iş akdimin feshedildiği bir akşam vakti tarafıma tebliği edildi.
Bu da benim için bir başka ilk oldu. Çünkü, 34 yıllık gazetecilik yaşamımda ilk kez işten çıkarılma duygusunu yaşadım.
Fakat, bu olay bana Bursa’da gazetecilik açısından bir başka ilk yaşattı.
Onu da keyifle anlatayım…
Olay’dan ayrıldıktan sonraki günlerimden birinde Gazeteciler Cemiyeti’ne ziyarete gitmiştim. Sevgili arkadaşım, dostum, Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nuri Kolaylı ile sohbet ederken döndü bilgisayarını açtı ve ekranına bakmamı istedi. Ekranda kocaman kendi adımı ve fotoğrafımı görünce şaşırdım.
Meğer, sevgili arkadaşım adıma alan adı almış, site tasarımını yaptırmış, benim eski yazılarımdan örnekler bularak bir sayfa hazırlamış. “Boş oturma, kendi internet sitende yazmaya devam et” dedi. Galiba kendisine internet sitesi hediye edilen ilk gazeteci ünvanını da bu sayede aldım.
Site güzel olmuş, düşünce güzel. Fakat bende bir tereddüt oluştu. Bursa’da kurulan çok güzel internet haber portalları var. Gazetelerin internet sayfalarını da işlerinde usta olmuş çok değerli arkadaşlardım hazırlıyor ve gazetenin gücüyle birlikte yerel gazetelerin internet siteleri resmen haber portalı gibi çalışıyor.
Acaba böyle bir ortamda, yalnızca benim ne yazdığımı okumak ya da bir gelişmeyi benim nasıl aktardığımı öğrenmek için insanlar www.ahmeteminyilmaz.com sitesine girip tıklarlar mı diye çok düşündüm.
Çünkü, önümde örnek yok. Benim sitede ise hava durumu bile yok. Karar vermek gerçekten çok zordu ve kimsenin okumaması halinde tüm karizmayı çizdirme riski taşıyordu.
Kaygılar yaşamakla birlikte gözümü karartıp başladım. Şimdi gerek gelen mesajlardan, gerek siteye yapılan yorumlardan, gerek haber vermek ya da davet amacıyla arayanlardan belli bir noktaya geldiğimi görüyorum. Teknoloji konusunda özürlü olduğum için reyting takibi yapmakta zorlanıyorum. O takibi de, beni bu işe iten Nuri Kolaylı arkadaşım üstlenmek zorunda kaldı. Ara sıra bana bilgi veriyor. Söylediği rakamlar da benim moralimi yükseltiyor, daha fazla yazmaya teşvik ediyor.
Sonuçta, bir kez daha Bursa’daki gazeteci arkadaşlarım için yeni bir yol açmış olmanın da sevincini yaşıyorum.
Umarım bu satırları okuyanlar benim için “Amma da megolamanmış” demezler ama vallahi böyle oldu. Çok sayıda ilk yaşadım ama bunların hepsinin de tesadüflerle geldiğini eklemeliyim.

 Gazete sizin için ne ifade eder?
Gazete insanlar için alınıp okunacak bir ürün olabilir. Ama ben bugüne kadar tüm yaşamımı, aile yaşamım ve sosyal yaşamım dahil gazeteciliğe adadığım için, gazeteye bir ürün olmanın çok ötesinde bakıyorum.
Örneğin, gazeteyi bir yaşam biçimi ve yaşam alanı olarak görüyorum. Gecesi-gündüzü olmayan, çalışma saati diye bir kavrama bağlı kalmadan, her an yaşayan bir mesleğin okura sunduğudur gazete.
Gazetecileri işlerinde ve yaşamlarında dinamik tutan bir nokta da şu: Gazeteciler her güne beyaz sayfalarla başlarlar. Sabah boy olan gazetenin bembeyaz kağıdı, akşam okuyucuya ulaşmak üzere gazetecilerin haberleriyle, yorumlarıyla, çektikleri fotoğraflarla, yaptıkları röportajlarla, çizdikleri karikatürlerle dolar.
Aslında bu noktada işin bir de paradoksu var. Gazeteci 24 saat aktiftir, her an gözü ve kulağı açıktır, binbir emekle ve âdeta imbikten damıtırcasına haberini ve yorumunu yazar, sayfalara yılların birikimini ve o birikime dayalı bilgiyi aktarır, fakat 10 dakikadan 1 saate kadar olan süre içinde tüm yazılanlar okunur, bitirilir. Sabah alınan bir gazete öğle saatlerinde eski olur.
O bakımdan gazeteye en çabuk eskiyen ürün demek de mümkün.

 Pencerenizden bakınca yaşadığımız şehir Bursa’nın artı ve eksileri nelerdir? Sizce
Bu sorunun cevabını birkaç cümleyle verebilmek kolay değil. Çünkü Bursa son 30 yılında inanılmaz bir değişim yaşadı. Emekli kenti olarak bilinirken bugün ülkenin dördüncü büyük kenti haline geldi ve gerçek bir megapol oldu.
Böylesine hızlı değişimin elbette Bursa’ya hem kazandırdıkları, hem kaybettirdikleri var. Kentin bu kadar büyümesi nedeniyle kocaman bir kentte yaşıyor olmaktan mutluluk duyan da var, rahatsız olan da.
Fakat bu hızlı değişim Bursa’yı nasıl etkiledi diye soracak olursanız şunu söyleyebilirim: Ne yazık ki yakın geçmişte Bursa’yı yönetenler tüm iyi niyetlerine karşın bu değişimi ve gelişimi göremediler. Belki vizyonları yetmedi, belki gördüler de müdahale etme fırsatı bulamadılar. Onu bilemiyorum ama Bursa’da bugün hızlı büyümeden kaynaklanan kentleşme sorunlarının değişimin ve gelişimin yerel yönetimlerce görülememesinden, hatta kontrol edilememesinden kaynaklandığına inanıyorum.
Örneğin, plan yapamadılar. Sorumluluğu olan birimler plan üretemeyince ortaya plansız bir kent çıktı. Ne kimin nereye yerleştiği belli, ne hangi bölgede nasıl bir üretim ya da ticaret tesisi olduğu belli. Oysa sağlıklı planlar yapılıp gelişme kontrol altına alınsaydı ve bir kent disiplini sağlansaydı, bugün yaşadığımız pek çok sorun olmazdı.
Yine de, baktığım zaman şunu görüyorum: Gelişip değişimi seyredilmiş olsa bile, bir anda sayılabilecek süreçte her köşesine gelişigüzel yapılar dikilmiş olsa bile, değerleri ve güzellikleri hoyratça harcanmış olsa bile Bursa çok güzel bir şehir.
Sonuç olarak şunu söyleyebilirim. Ben kendimi Bursa milliyetçisi görüyorum. Hatta bazı konularda biraz fanatik bile sayılabilirim. O nedenle olsa gerek, başka bir yere gittiğimde, bir an önce Bursa’ya dönebilmek için sabırsızlanıyorum.

 Bursa’nın Türkiye siyasetine etkisi hakkında ne söylersiniz?
Aslında siyaset açısından Bursa’nın çok özel bir konumu var. Ülkenin her köşesinden göç aldığı için küçük Anadolu özelliği sergileyen Bursa’daki seçim sonuçları, ülkedeki seçim sonuçlarıyla da paralellik gösteriyor.
Yani, Bursa’daki sıralama nasılsa, Türkiye’de de öyle oluyor.
O bakımdan, siyasi partilerin Bursa’yı her şeyden önce anket alanı gibi görmeleri gerekiyor. Böyle olmadığını görünce şaşırıyorum.
Yanı sıra, siyasi partilerin neredeyse hepsinde en kolay uğraşılan teşkilatın Bursa teşkilatı olduğunu görüyorum. Buna da üzülüyorum. Başka yerlere dokunamayan, dokunduğunda büyük tepki ve gerilimlerle karşılaşan partiler, Bursa olduğunda hiç düşünmeden kalemi kırıp geçiyorlar. Hiç de tepki almıyorlar.
Bunun da etkisiyle, partilerin üst yönetimlerinde Bursa’dan isimlere çok geniş çalışma alanı ya da sorumluluk vermiyorlar.
Cumhuriyet tarihinde baktığımızda bu kentte bir Cumhurbaşkanı çıktığını görüyoruz: Celal Bayar. Ama onun cumhurbaşkanı olmasında bizim bir katkımız yok, Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadelesinin etkisi var.
Onun dışında, Ertuğrul Yalçınbayır ile Başbakan Yardımcılığı yakaladık. Bir de Mehmet Gazioğlu ile gelen Meclis Başkanvekilliği var.
Buna karşın, çok sayıda bakan çıkardık. Üstelik içlerinde çok etkili olanlar var. Ama ben Bursa’nın hem büyüklük, hem potansiyel, hem seçmen yapısı, hem siyasi öz ellikleri bakımından, daha üst noktalarda daha çok siyasetçi çıkarması gerektiğini düşünüyorum.

 İnternet gazeteciliği mi? O mürekkebin elleri siyahlaştırdığı kağıdın koktuğu gazete mi?
Ben gazeteciliği 24 saat soluksuz yaşadım. Hala da yaşıyorum. Fakat gazetenin fiziki bir gerçeği var. Ne kadar çok yaşarsanız yaşayın, ya da ne kadar hızlı hareket ederseniz edin okuyucunun onu okuyabilmesi ya da görebilmesi için ertesi günü beklemesi gerekiyor.
Ama internet gazeteciliği öyle değil. Bilgi ya da haber anında paylaşılabiliyor. O bakımdan internet gazeteciliğinin avantajları daha fazla. Ama gazetenin yerini hiçbir şey tutamaz.
Zaten, internetten gazete okuma ya da bilgiye ulaşma alışkanlığının artmasına karşın, okuyucu gazeteden vazgeçemiyor. O kağıdı eline almak, haberin ya da fotoğrafın yer aldığı sayfaya dokunmak, mürekkebin kokusunu hissetmek istiyor.
Kim bilir, belki de ben biraz duygusal bakıyor olabilirim. Fakat dünyadaki eğilime, okuyucunun internet alışkanlıklarının hem değişmesi ve hem de bilgiye daha çabuk ulaşmayı keşfetmesi gibi gelişmelere baktığımda da, yakın zamanda internet gazeteciliğinin gazetenin önüne geçeceğini düşünüyorum. Değişimi yakalayanlar yakın gelecekte daha başarılı olacaklar. Bu da kaçınılmaz bir sonuç.

 Ahmet Emin Yılmaz hiç aktif siyaset yapmayı düşünmedi mi?
Ben siyaseti seviyorum. Siyasetçiyi de çok seviyorum. Bugüne kadar çok iyi anlaştığım siyasetçiler de oldu, frekansımın hiç tutmadıkları da.
Ama bir şeye dikkat ettim: Siyasetçiyle aramdaki ilişkiyi hiç yozlaştırmadım. Mesafemi hep korudum. Evet siyaseti izleyip yazmak benim profesyonel uğraşım ama bu yoldan kendime hiçbir zaman özel çıkar sağlamadım.
Partiler arasında da hiç ayrım yapmadım. Hangi partinin temsilcisi ne söylemişse onu aktardım. Onun söylediklerinin kendi düşünceme uyup uymadığını hiç düşünmedim. Her partiyi yazdım, her partiye eşit yaklaştım.
Eşit derken, şunu da kabul etmek gerekir. Ben kulis ve haber arkası yorum yazıyorum. İktidar partilerinde de hem kulis hem haber fazla olur. Çünkü icraat makamıdır. Bu nedenle, geçmişten bugüne yazılarımda iktidar partileri biraz fazla yer bulmuş olabilir ama bu benim tercihim değil, yaptığım işin getirdiği bir gerçek.
Siyasete, siyasetçiye, siyasi partilere bakışım ve yaklaşımım böyle olduğu için aktif siyaset yapmayı hiç düşünmedim. Düşünmüş olsaydım, işimi iyi yapamazdım.
Bunlar benim düşüncelerim. Ama aktif siyasete giren meslektaşlarım, arkadaşlarım var. Onlara da saygı duyuyorum.