Belli bir yaşın üstündeki Bursalılar, 70’li yılların başındaki Bursa’yı mutlaka çok iyi anımsayacaklardır.
Aslında…
40 yıl bir kentin görünümünde çok büyük değişikliklere yol açamaz. Ama Bursa’da son 40 yılda öyle bir değişim oldu ki, bir zamanlar tarih-doğa-kaplıca kenti olarak, yemyeşil ortamda ve camileriyle türbeleri arasında sakin bir yaşam süren Bursa yerine çok kısa süre içinde ortaya bambaşka bir kent çıktı.
Örneğin…
70’li yılların Bursa’sında Çekirge kent merkezine çok uzak bir köydü. Hatta geceleri otobüs olmadığı için Çekirge ile kent merkezi arasında ulaşım dururdu.
Yine…
Çekirge’ye giden yolun sağında, uçsuz bucaksız bir ova manzarası uzanırdı. Kükürtlü yoktu, Acemler yerleşime açılmamıştı. Bursa doğuya doğru Duaçınarı’nda, batıya doğru Hürriyet’te, ovaya doğru ise Soğanlı-Kemerçeşme-Bahar-Zafer mahalleleri hattında biterdi. Güneydeki dağ yamacı İvazpaşa ile sınırlıydı. Teleferik kentin dışına yapılmıştı.
Yıldırım ilçe olmamıştı. Nilüfer diye bir yer kurulmamıştı. Hürriyet’ten İhsaniye ve Karaman köylerine yürüyerek gidilirdi. Beşevler bölgenin büyük köylerinden biriydi. Ataevler diye bir yerleşim merkezi de hiç yoktu.
O zamanlar köy olan Değirmenlikızık’ın hemen yanında İmar Bakanlığı tarafından Ucuz Meskenler inşaatları başladığında “Oraya kim gider de oturur?” diyenlerin sayısı çoğunluktaydı.
Hatta…
Bugün Yüksek İhtisas Hastanesi’nin bulunduğu binada Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi hizmete girdiğinde, “Şehir dışında hastane mi olurmuş, millet oraya nasıl gidecek?” diye tepki gösterenler olmuştu.
Yine…
Belediye mücavir alan sınırları dışında olduğu için, kentin doğusundaki Arabayatağı Köyü’nde ve batısındaki Geçit Köyü’nde fırınlar özel ekmek üretimi yaparlardı. Kent merkezindeki fırınların narha bağlı tek tip ekmek üretimini benimsemeyenler arabalarına atlayıp şehir dışındaki bu fırınlara giderlerdi.
Hele…
Ramazan geldiğinde, iftar saati öncesi Geçit ve Arabayatağı fırınlarının önünde kuyruklar oluşurdu.
Mudanya’ya doğru gidenler, Hürriyet’ten sonra Hamitler Köyü’nün olduğu tepeye tırmanır, Türkiye’nin ilk konserve fabrikalarından biri olan Antel’i aştığında da karşısındaki geniş ovayı görürdü. Bu alana ilk fabrikalar yapıldığında, Fethiye Köyü’nün girişinde durup aşağıya bakanlar, çatısında büyük harflerle Aygaz yazan dolum tesisini fabrika olarak seyrederdi.
Bursa’nın hızlı değişimi işte oradan başladı.
Dolum tesisinin ardından oraya peş peşe fabrikalar kuruldu, Türkiye’nin ilk Organize Sanayi Bölgesi ortaya çıktı. Onun için Pilot Sanayi dendi.
Fabrikalaşmada da iki ana sektör öne çıktı: Tekstil ve otomotiv.
Mahalle aralarındaki devere atölyelerinden Sanayi Bölgesi’ndeki dev tekstil fabrikalarına geçildi. Bursa otomotiv sanayii ile tanıştı. İki büyük fabrikanın kurulması, peşinden otomotiv yan sanayiini de Bursa’ya getirdi.
Kurulan her büyük fabrika yeni istihdam alanı demekti. O nedenle, her yeni fabrika kuruldukça daha çok işçi ihtiyacı ortaya çıktı.
İstihdam açığı, Anadolu’nun her yerinden Bursa’ya yoğun bir göçün başlamasına neden oldu. İnsanlar çalışmak, ekmek parası kazanmak için memleketlerini bırakıp Bursa’ya göçtüler, yerleştiler.
Bursa’da âdeta küçük Anadolu oluştu.
Ancak…
Açılan her yeni fabrikayla ortaya çıkan işçi ihtiyacının yol açtığı iç göç, Bursa’da çok kısa bir süre içinde nüf us patlamasına yol açmakla kalmadı, patlayan bu nüfusun barınma ihtiyacı kent planlamasının çok önüne geçtiği için kaçak mahalleler kuruldu.
Öyle ki…
Bir zamanlar verimli topraklara sahip uçsuz bucaksız ovada neredeyse haftada-ayda bir yeni sokaklar oluştu. Evler çoğaldı, ova toprakları azaldı. Planlamalar da kendiliğinden oluşan bu fiili durumu resmileştirmenin ötesine gidemedi.
Şimdi…
Uçsuz bucaksız verimli ova topraklarının olduğu yerde uçsuz bucaksız bir kentte, ulaşım ve trafik sorunlarıyla başa çıkmaya çalışarak yaşıyoruz.
Bursa o kadar hızlı büyüdü ki, Türkiye’nin dördüncü büyük kenti oldu. Sanayi üretiminde Türkiye ikincisi oldu.
Bunlar Bursa’nın 40 yıla sığdırdığı değişimler.
Süre kısa, büyüme fazla olunca doğal olarak kentsel sorunlar da büyük oluyor. Bırakın doğru planlamayı, zamanında hiç planlama yapılamadığı için de o sorunların üstesinden gelebilmek çok güç oluyor.
Şu dönemde ise daha başka bir tablo var önümüzde.
Sanayi kenti olmak, üreten kent olmak elbette çok güzel. Fakat, Bursa’yı farklı ve özel kılan bu özellik, dünyayı sarıp kavuran ekonomik krizde bu kez işsizliğin patladığı kent olarak hiç beklemediğimiz bir yansıtma yaptı.
Uluslararası pazarlar daralınca fabrikalarda üretim düştü, bazı fabrikalar kapandı. Çalışanlar kapıda kaldı.
Bir zamanlar daha çok işçi arayan işletmeler şalterlerini indirince Bursa’yı işsizler ordusu sardı.
Krizin ilk faturası istihdama oldu.
Bu durum tespitinin ardından söylemek istediğimiz, daha doğrusu dikkat çekmek istediğimiz bir şey var:
Sanayide dış dünyayla rekabet edebilmek için elbette teknolojik üretim şart. Ama fabrikalardaki her teknolojik atılım, başlayan her yeni otomasyon uygulaması işsizler ordusuna yeni katılımlar demek.
Çünkü…
İşçilerin yaptıklarını robotların yapmaya başlaması, çalışana gerek olmaması sonucunu getiriyor.
Daha açık söylemek gerekirse…
Düne kadar fabrikalarda insan eliyle yapılan işlerin artık otomasyon uygulaması sonucu robot eliyle yapılmaya başlaması, çalışanların işsiz kalmasına yol açıyor.
Buna bakarak şunu da sorgulamak gerektiğini düşünüyoruz:
Türkiye’nin, hatta Bursa’nın artık emek yoğun sanayi tercihinden vazgeçip, Hindistan gibi bilgiye dayalı alanlara yönelmesini isteyenler var.
Doğrusu istenirse…
Emek yoğun sanayide çok çalışıp, çok üretilmesine karşın az kazanıldığı bir gerçek. O bakımdan daha çok kazanmak isteyenler haklı olarak bilgi ve bilgi teknolojilerini önemsiyorlar.
Ne var ki…
Türkiye’nin koşulları buna uygun değil.
Avrupa’nın en büyük nüfusunun istihdam sorunu varken, daha az kişinin çalışacağı teknolojik sektörler önermek ya da bilgisayar yazılımında atılım hedefi koymak pek gerçekçi değil.
Bize ait olmayan bir ekonomik krizin faturası olarak bu kadar büyük işsiz kitlesiyle karşılaşmışken, sanayi anlayışının tümüyle değiştirilmesi halinde milyonlar, işsizliğin yol açtığı açlık ve sefaletle karşı karşıya bırakılmış olmayacak mı?
Söylemek istediğimiz şu:
Daha az kişiyle daha çok kazanılacak bilgi ve yüksek teknolojiye dayalı işler elbette önemli, hatta dünyayla rekabette gerekli, ama istihdamı ne yapacağız?
Ne var ki…
Sanayi modelini emek-yoğun olarak seçen Türkiye şimdi çok ciddi bir açmazla karşı karşıya. Uluslararası pazarlarda rekabet edebilmek için şart olan yüksek teknolojide üretime geçiş mi teşvik edilecek, yoksa işsiz sayısının artmaması için işyerlerine yönelik özel önlemler mi geliştirilecek?
O bakımdan…
İstihdama çare bulmadan, yüksek teknolojide üretim için otomasyon uygulamaları, ya da Hindistan benzeri bilgisayar yazılımına yönelik bilimsel tabanlı iş alanları önermeleri bugün için Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşmüyor ve fantezi olmaktan öteye geçmiyor.