
Kendini… “İlkokul mezunu işçi emeklisi” olarak tanıtıyor. Karacabey’in Ekmekçi Köyü’nden, emekli olunca da köye dönmüş.
İlhan Düzen’in…
Tek bir derdi var. Onu da, “Nilüfer Çayı’nın temiz aktığını görmek” olarak dile getirip ekliyor:
“Nilüfer Çayı kirliliği özel ilgi alanım oldu. Ölümüne uğraşıyorum. Sonuna kadar da gideceğim.”
Bu konuya…
Yani Nilüfer’in kirliliğine kafa yorma nedenini şöyle ifade ediyor:
“Köyümün yanından akıp Marmara Denizi’ne dökülen Nilüfer Çayı 1981 yılından beri sanayiyle birlikte çok kötü kokuyor. Son yıllarda giderek artan kokunun gelecekte daha da fazlalaşacağını düşünüyorum.”
Böyle başlayan Nilüfer’in kirliliğiyle mücadele öyküsünü şu sözlerle anlattı:
“2024 yılının mayıs ayıydı. Nilüfer Çayı’nın neden kirliği aktığını ve neden çok kötü koktuğunu kendi kendime düşünmeye başladım.”
Sonraki süreç çarpıcı:
“Oturdum dilekçeler yazdım. Örneğin CİMER’e dilekçe yazdım. Valiliğe, Kaymakamlığa, Büyükşehir’e, her yere dilekçe yazdım.”
Kırılma noktası şu:
“Bir gün Nilüfer Çayı’nda toplu balık ölümlerini görünce basına haber verdim. 35 günde 9 basın kuruluşu köyümüze gelip toplu balık ölümlerini çekti.”
İlk şoku şöyle aktardı:
“27 Haziran 2024’te CİMER’den gelen cevabı okurken yıkıldım. Çünkü, Nilüfer Çayı’na deşarj tespit edilemediği yazıyordu.”
Sonrasında…
“Eğer fabrikalar atık boşaltmıyorsa bu su nasıl kirleniyor?” sorusu üzerine girişimleri sıklaştırıyor. CİMER’in cevabının kışkırttığını ifade ettikten sonra şunu sordu:
“Köylülerin dereden balık tuttukları ve saka adı verilen sepetleri toplayan devlet, fabrikaların atık bırakmasını engelleyemez mi?”
Dinlerken…
Heyecanına ve azmine tanık olduğumuz İlhan Düzen’in yaklaşımı şu:
“Devlet harekete geçti. Valilik, Büyükşehir, üniversiteler, BTSO, DOSAB işin içine girdi. Nilüfer’i el birliğiyle kurtarırsak Marmara Denizi de kurtulur.”