Geçen hafta pazar akşamı bomba, Türkiye’nin kalbi başkentinde, Ankara’nın kalbi kabul edilen Kızılay Meydanı’nda patladığında hedefin devlet olduğu anlaşılıyordu.
Cumartesi günü de ülkenin en büyük şehrinde, İstanbul’un kalbi bilinen Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nde canlı bomba kendini patlattı.
Akla önce “İstihbarat ne yapıyor?” sorusu geliyor, ama Ankara’da Amerikan Elçiliği internet sitesinden, İstanbul’da Alman Başkonsolosluğu’ndan yapılan uyarılar istihbaratın bilgiyi getirdiğini anımsatıyor.
O zaman da…
“Yeterince güvenlik önlemi mi alınamıyor?” sorusu akla geliyor. Fakat iki bombanın da polisin tam da beklediği yerde patladığını görüyoruz.
Öfkeliyiz, sinirliyiz, içimiz içimize sığmayacak kadar tepkiliyiz.
Ülkenin her yeri, polisin çektiği sarı renkli olay yeri inceleme şeritleriyle dolmaya başladı. Bu normal bir durum değil. “Alışalım mı, itiraz mı edelim?” tartışması da çoktan gerilerde kaldı.
Başkentteki bombanın hedefi devletti. İstanbul’daki bomba ise daha çok Türkiye’nin ekonomisi ve turizmine zarar vermeyi hedefliyor gibi.
Çünkü…
Bombanın patladığı saatte Beyoğlu’nda turist sayısı daha fazlaydı. Zaten açıklanan yaralı listesi de turist çeşitliliğini, yani her milletten insanın orada olduğunu gösteriyor. Ölü ve taralıların kimlikleri de bunu doğruluyor.
Cuma akşamı turizmci bir dostumuzla konuşurken şunu söylemişti:
“Antalya turizmine darbe yalnızca Putin’in Rus turistleri göndermemesi değil. Sultanahmet bombası Avrupalı turisti ürküttü. Avrupalı turist korktuğu için Antalya boş kaldı.”
Söylediğine göre…
Akdeniz sahillerinde adları çok bilinen bazı büyük tatil köyleri bu sezon hiç açmama kararı almışlar. Bazı oteller erken rezervasyon sonuçlarına bakarak karar vereceklermiş.
Bunları anlatan dostumuz, “Yerli turist bu büyük tesisleri kurtaramaz” diyordu.
Kısacası…
Kimsenin alışmasının mümkün olamayacağı bu bombalar, canlarımıza mal oluyor, sinirlerimizi bozuyor, paniğe yol açıyor, günlük yaşamı da öldürüyor.
Huzurumuz da, toplumsal ayarlarımız da bozuldu. Bir çıkış yolu vardır elbette.