Facebook’ta siyaset… AK Parti Milletvekili Çakmak’la CHP’li Belediye Meclisi Üyesi İrgil “yazışarak” iç döktüler

Kullanıcıları biliyorlar… İnternetteki sosyal paylaşım sitesi Facebook’ta kişilerin sayfaları var. Bununla birlikte, belli konularda oluşturulmuş grupların sayfaları var. Bir de yine kişiler ya da gruplar tarafından oluşturulan beğeni sayfaları var.
Bu sayfalarda her hangi bir paylaşım ya da duyuru yapıldığında, onunla kimler arkadaşsa onların ana sayfalarında da o anons ya da paylaşımlar yayınlanıyor.
İsteyenler de bunları diğer arkadaşlarıyla paylaşabildikleri gibi, altına beğenilerini işaretleyebiliyorlar, yorum yapabiliyorlar.
Bütün bunlar Facebook literatürü olarak kabul ediliyor.
İşte…
Bu kapsamda Facebook’ta yeni bir grup oluşturulmuş. “AK Parti İle 2011’de Durmak Yok Yola Devam” adını taşıyan grubun kurucusu olarak Hyr Smyy Kynr rumuzu yer alıyor. Sayfanın sol üst köşesinde ise “Onur Üyemiz 2007-2011 (23.Dönem) Bursa Milletvekili Hayrettin Çakmak” notu bulunuyor.
Pazar akşamı Facebook kullanıcıları, daha doğrusu Facebook’ta Hayrettin Çakmak ile arkadaş olanlar, Çakmak’ın bu grubu beğenmeleri için arkadaşlarına önerdiğini görürler.
Çok sayıda kişi bu paylaşımı beğendi olarak işaretlerken, yine çok sayıda kişi de altına yorum yazarlar.
O arada…
Çakmak yorumlarda kendisine yöneltilen bir soruya “Destek verirken sayfaya girip beğenirseniz destek vermiş olursunuz” diye yazar.
Bunun üzerine…
Nilüfer ve Büyükşehir Belediye Meclisi’nin CHP’li üyesi Dr. Ceyhun İrgil’den esprili bir yorum gelir:
“Hayrettin Abi, durmak yok, durmak yok diye diye nereye kadar? İnsan dediğin bi durmasını da bilir. Evrende her oluşan bir yerde durur…:))”
Aynı espri anlayışında Çakmak da cevap verir:
“Ceyhun Bey dururuz durmasına da, biz durursak Kılıçdaroğlu gelir bu sefer… Gelmesine biz bir şey demesek bu millet kıyameti koparır o zaman… Mehter bile iki ileri bir geri adım attığı için yine de bir adım kâr elde edilir… Ama Kılıçdaroğlu bir adım öne, iki adım geriye atıyor… Batman’da genel af der, sonra geri alır… Onur Öymen ‘Dersimde analar ağlamadı mı?’ der… Kılıçdaroğlu Öymen’i istifaya davet eder, peşinden yine dönüş yapar… Tunceli’de yine genel af, yine hüsran… En sonunda da türbana dolandı… Belediye başkanlığında çarşafa dolanmıştı… Maazallah başbakan olsa sabah memur maaşına şu kadar zam, işçilere, emeklilere vs. bu kadar zam dese, genel merkezden arandığında ben onu söylemek istememiştim demez mi? Eee, söyle bana, biz nasıl duralım? Mecburen koşuyoruz.”
Ardından…
İrgil esprili yorumunu sürdürür:
“Koşun koşun… Koşarken kırıp, dökmeyin, mahalle baskısı yapmayın… Demokrasi diye diye ezmeyin, ayrıştırmayın… Atamada liyakati, seçimde adaleti, yönetimde vefa ve hakkaniyeti, bürokraside nezaketi, zerafeti unutmayın yeter… Muhalefetin eksiğini bırakın muhalefet düzeltsin, düzeltemezse millet düzeltir… İktidara düşen, iktidar ve güç sahibi iken ezmeden, ezdirmeden yönetmektir. Adil davranmaktır. Bürokraside ve yönetimde ‘bizden anlayışı’ var mı, yok mu? ‘Hep vardı’ derseniz, farkınız nedir? Bu Facebook’tan da dertleşmek zor, en iyisi en kısa sürede bir acı kahve içelim…:))”
Böylece…
Esprili bir yorumla başlayan Facebook yazışması giderek iç dökmeye ve dertleşmeye dönüşür. Çakmak da buna katkı koyar:
“Hep vardı Ceyhun’cuğum hep vardı… O yanlıs ‘var’ları düzeltecek adımları atıyoruz… Anayasa değişiklik paketi bunu sağlayacak ilk adım… Bundan sonra toplumsal uzlaşmayı sağlamaya geldi sıra… Eski siyasi şablonlardan toplum olarak bir çıkabilsek, her kesim acımasızca kendisini başkalarına bırakmadan kendisi eleştirebilse, empati yapabilse her şey çok kısa zamanda halledilir… Asırlardır dünyadaki gelişmeleri ıskaladık durduk… Külahları önümüze alıp bir kahve içelim gerçekten.:))”
Tam bu noktada…
Bu dertleşme yazışmasına Gazeteci Selahattin Adıgüzeller küçük bir espriyle katılır:
“Siz en iyisi bir basın toplantısı yapın da kahveleri hepbirlikte içelim.:))”
Ancak…
Selo’nun bu cümlesine karşılık İrgil üst perdeden içini dökmeyi sürdürür:
“Sevgili Selo, merhaba… Sende mi ‘Durmak yok Hayrettin Abi’ fan kulüp üyesisin?.. Durmak yok, tüm yeşiller beton olacak. Durmak yok, Bursa’nın her yeri AVM olacak. Durmak yok, her yer ucube TOKİ olacak. Durmak yok, liyakat sahibi, en önemlisi ciddi kültür, görgü sorunlu bir dolu arkadaş sadece ‘durmak yok’ diyor diye göreve atanacak. (Keşke atananların görgü ve entellektüel düzeyi Hayrettin Abi’nin yarısı kadar olsa razıyım.) Adam sadece badem bıyık bırakıyor diye AKP’li olur mu? Sadece AKP’li olduğu için müdür, şef olur mu? Samimi dindarların kurbanı olayım, ama sadece AKP hükümeti için dindar olanlar mı daha sahici ve dürüst, yoksa ne olursa olsun omurgası dimdik duranlar mı? Ah Selo, ah.. Çok dertliyim… Her dönem böyle… Bakan MHP’li oldu, herkes Ülkücü. Bakan DSP’li oldu, herkes bir sosoyal demokrat, bir demokrat… Bakan AKP’li oldu, herkes dindar, herkesin eşi birdenbire örtündü, yüzükler gümüş… Kardeşim Allah’tan değil, iktidardan korkan, illa iktidar ile olma zafiyeti içindeki bu insanlardan (sözüm meclisten dışarı) yoruldum, sıkıldım… Bunlar hangi partili olursa olsun (zaten kim iktidarsa o partililer) omurgasız olduğu için saygım kalmadı… Yiğit ol, istersen komünist parti, istersen şeriatçi, istersen Budist partili ol. Ama adam ol, omurgalı, yiğit ol… Her daim omurganın üzerinde dur… İşte böyle Selo kardeş bir ‘merhaba’ deyip kesecekken, içimiz şişmiş her halde uzattık… Selamlar”
Esprisi üzerine bu kadar yazıyı görünce neye uğradığını şaşıran Adıgüzeller susarken, cevabı Çakmak beklentilerini aktararak verir:
“Ceyhun kardeşim çok şişmişsin, Selo’ya sanki yüklenir gibi oldun… Burasını bir çeşme başı olarak düşün… Herkes testiye su doldururken sohbet eder, türkü bile söyler… Ben il başkanıyken bir TV muhabirine demiştim ki: ‘Bir hafta burada dur ve herkesi kameraya al. Göreceksin ki bizden önceki iktidar partilerinin koridorlarında gördüğün bir çok kişi şimdi bizim koridorlarda.’ Amma ben o insanları çok da suçlayamıyorum… Nedeni de bu sistem bunu üretti… Bu tiplerin dışındakiler de imalat hatası olarak görüldü… Unutmayalım ki biz monarşiden gelen bir toplumuz… Hâlâ tebaadan vatandaş statüsüne geçmede toplumsal genlerimiz direnç/defans gösteriyor… Sen detay sonuçlar üzerinde duruyorsun ve şiştim diyorsun… Mevcut sistemden ne bekliyorsun ki? Aslında seni o noktaları tartışır görmekten üzüntü duyarım… Çünkü teferruatla uğraşmayı sana yakıştıramam… Daha yukarıdan bakıp gördüklerini söylemen gerek… Çünkü biz ülke olarak kurumsallaşmış bir ülke değiliz… Evrensel kabulleri içeren neyimiz var? Demokratikleşme noktasında emekleme dönemini henüz tamamladık denebilir… Unutmayalım bu ülkede çalışabilir nüfusun tahsil seviyesi 2006 yılında (OECD raporu) 3.7 yıldır. Yani ilkokul dördüncü sınıftan terk… Almanya 13.6, İngiltere, Avusturya 12.5 yıl. Yunanistan’da bile 10 yıldır… Canını sıkan sonuçlar buradan doğuyor… Şunu söylemek istemiyorum… Bu bizim suçumuz değil, bizden öncekiler yıllardır neden halletmediler diye… Kaldı ki Ak Parti’ye yapılacak eleştirilerin tamamına çok ciddi, hatta amiyane deyimiyle okkalı yanıtlar verebilirim… Bu kayıkçı kavgasından öteye geçmez… Ben sebep sonuç ilişkisi üzerinde duruyorum… Türkiye’de karşılıklı güvensizlik vardır… Türkiye’de uzlaşma kültürü çizgi altındadır… Bu konular aşılması gereken acil konulardır… Sorun sadece siyaset kurumunun tek başına çözeceği bir sorun değildir… Toplumsal destek gerek… Herkes elini taşın altına koymalıdır… Aslında mutabakat zor bir şey değil… Seninle otursak, Bursa’nın çözülmesi gereken 100 acil sorunu nedir diye birbirimize bakmadan yazsak, bunların en az 80-90 tanesinde mutlaka çakışırız… Çakışmadığımız sorunları erteler diğerlerinin de mutabakatımızı imzalar yolumuza devam ederiz… Şu monarşiden kalan reflekslerimizi de terk etmiş oluruz. Gerek kişisel yaşantımızda, gerek yönetimsel ve en önemlisi kurumlarımızda var olan monarşik refleksler… Tandoğan ne diyordu ‘Bu ülkeye kömünizm gelecekse ona da biz karar veririz.’ monarşiden kalma bir reflekstir… ‘Buyruğumdur’ bunu bugüne de uyarlayabilirsin… 17 bin faili meçhulü olan bir ülke olarak Osmanlı Padişahları’nın şehzade boğdurmasına kızıyoruz… Her ikisi de aynı niyetle/gerekçeyle yapılmıştır… Devlet’in bekası için… Türkiye’nin sorunlarına bu noktalardan bakınca çözüm üretebiliriz… Karşılıklı suçlayarak değil, kamplaşarak değil, uzlaşarak çözebiliriz. Bunun için de demokratik standartlarımızın yükselmesi gerekiyor… O zaman herkes empati yapar, öz eleştirisini yapar, bulunduğu konumu kaybetmeyi göze alır, özveride bulunur ve cesaretle sorunların üzerine gidilir… Yahu Ceyhun be, konuşturdun durdun beni… Üst üste iki kahve ısmarlayacaksın.”
Uzun değerlendirmeye İrgil’den şu karşılık gelir:
“Hayrettin Abi, tüm tespitlerine katılıyorum ama bir konuyu atlamışsın… İçinde bulunduğumuz durum tespitinde, monarşi geleneği, eğitim eksikliği, empati yoksunluğu hepsi tamam… Ama bunlar kadar dinin, inancın (milliyetçilik, cemaatçilik, bölgecilik, etnisite v.b.) kullanılmasının hiç mi rolü yok? Tamam demokrasi bebeğiyiz, daha altımızı ıslatıyoruz ve emekliyoruz kabul… Ama okumuşun, yazmışın, vatanseverin, samimi inançlı adamın, insanseverin, Allah aşkına… Hiç olmazsa seçim yasası, partiler yasası, dokunulmazlık, Avrupa standartında ücret politikası, sosyal güvenceli bir yaşam, insanca, özgür bir seçme, seçilme hakkı, liyakat ile göreve gelme, medenice görevden ayrılma vs.vs. hakkı için öncü olması, topluma rehber olması bu kadar mı zor? 2 kahve ne demek… Dükkan sizin.:))”
Karşılıklı iç dökme birlikte kahve içme uzlaşmasına dönüşünce Çakmak da şu çağrıyı yapar:
“Ben kurumsal derken bunları soyluyorum… Sistem kimsenin değil herkesin malı olmalı… Eğer sistem birilerinin eline geçebilecek kaçakları olan bir sistemse, senin şikayet noktaların hep olur… Sana elimi uzatıyorum… Tut elimi, bu tarafa geç… Sonuçlarla değil sebeplerle kavga edelim… Sebepler ortadan kalkmazsa sonuç kaçınılmaz… Küçük bir örnek: Kurumlara girerken bir sınav sistemi var… Bu eksiktir, yanlışları var, katılırım… Ama bu eksikler giderilir… Sonuçta sınav sistemi var, gir sınava kazan… Artık vekil-bakan kartviziti yerine sınav var… Düzeltilmesi gereken yönleri zamanla adil bir şekil alır… Ardından mülakat yapılıyor bazı alanlarda… Danıştay da bu konuda yapılan mülakat bir sınavdır dedi ve bu mülakat sesli ve görüntülü kayıt altına alınacaktır… İşte kurumsallaşmaya giden küçük bir örnek. Biz hiçbir şeyin nedenine bakmadık ki, sonuçlarıyla zaman harcadık.”
Ortam yumuşayınca Selahattin Adıgüzeller hafif yollu sitemle noktayı koyar:
“Ben kahveden vazgeçtim… İçmeden beni Hayrettinci yapan Ceyhun kardeşime de hayretlerimi gönderiyorum…”