Tarih 20 Mayıs 1977… Lise son sınıf öğrencisi ve gazeteciliği çok seven gencecik bir delikanlı olarak, henüz bir hafta önce yayın yaşamına başlayan Bursa Marmara gazetesinin kapısından içeri girdik.
Bursa Marmara gazetesi, Devlet Tiyatrosu’nun arka tarafında, Hüzmen Plaza’nın yanından giren Osmangazi Sokak’ta, Okçular’a inen sokağın tam karşısındaki işhanının birinci katındaydı.
Gazetenin Genel Yayın Müdürü Necip Karışman’dı. Babası rahmetli İzzet Amca’nın selamıyla karşısına oturduk.
Heyecandan her yanımız titriyordu…
Kısa bir sohbetin ardından Necip Abi bizi aldı, dip taraftaki salona götürdü. Kapıyı açtı ve girişin sol tarafındaki masada oturan İstihbarat Şefi Fuat Erdur’a teslim etti.
Teslim ederken de…
“Fuat, bu arkadaşı gazeteci olarak yetiştireceğiz.”
İşte…
O andan itibaren Fuat Erdur bizim gazetecilikteki hocamız oldu. Yetiştirilecek çırak olarak gazetenin her işine koştuk. Ama en önemli görevimiz Fuat Abi’den gazetecilik öğrenmekti.
Onun için…
Fuat Erdur Usta daktilosunu önüne çekip de haber yazmaya başladığında sessizce arkasına geçtik ve kendisini izledik. Bir önündeki haber notlarına baktık, bir daktilonun tuşlarının vurduğu kağıtta yer alan cümlelere.
Bize haberin nasıl yazılacağını öğretti. Haberin unsurlarının ne olduğunu öğretti. Öğretirken de hep sıkı sıkıya tembih etti:
“Haberde yorum olmaz. Sakın ha haberin içine kendi düşünceni katmayacaksın. Haberi olduğu gibi yazacaksın. Okuyan haberi öğrensin, sonra yorumunu kendi yapsın.”
Sonra…
Bize gazete sayfası çizmeyi yani mizanpajı öğretti. Gazetenin birinci sayfasını çizmek için mizanpaj kağıdını ve renkli kalemleri eline aldığında yine masasının arkasına geçip hayalet gibi sessizce kendisini izledik.
Daha lisenin kapısından çıkıp gelmiş çok genç biri olmamıza karşın bize güvendi. “Hadi bakalım şu andan itibaren muhabir oldun, kap çantayı Merinos Sahası’nda maça gidiyorsun” dediğinde yaşadığımız heyecanı unutamıyoruz.
Yine…
Çok kısa bir süre içinde “Hadi bakalım gazetenin iç sayfalarını sen çiziyorsun” dediğinde elimizin ayağımızın kesildiğini hissettiğimizi de unutamıyoruz.
Hele…
Daha birkaç aylık gazeteciyken “Hadi bakalım gazetenin birinci sayfasını bu akşam sen çiziyorsun” dediğinde hem dünyalar bizim olmuş, hem de omuzlarımızda büyük bir yük hissetmiştik. “Ya sayfa tutmazsa?” diye sorduğumuzda, “Tutmazsa diye bir şey yok, tutturacaksın. İşi de böyle öğreneceksin” deyip bizi havuza atmıştı.
Gazeteler o zamanlar bugünkü gibi ofset teknolojiyle bilgisayarda hazırlanmıyordu. Her şey elle yapılıyordu. Haberi oluşturan satırlar kurşunun eritilmesiyle dökülen kayıptan oluşuyordu. Gazetenin başlıkları hurufat denilen metal harflerin elle dizilmesiyle ortaya çıkıyordu. Bir sayfada en fazla üç tane olan fotoğraf ise resmin çinko levhaya işlenmesi sonucu elde edilen ve adına klişe denilen ketaldi.
Yani…
Her şey sayfayı çizen sayfa sekreterinin ve o sayfayı bağlayacak olan mürettibin becerisine bağlıydı. Bugüne bilgisayarda büyütülüp küçültülebilen, genişletilip yassılaştırılabilen özellikler metal kalıplarda uygulanamadığı için, çizilen sayfa tutmazsa yapılabilecek fazla şey yok.
Fuat Erdur işte bu koşullar altında bize gazeteciliği öğretti. Onun öğrettikleriyle bunca yıldır gazetecilik yaptık.
Ve…
Bu sabah Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nden cep telefonumuza gelen kısa mesajda “Gazeteci büyüğümüz Fuat Erdur’u kaybettik” notunu okuyunca dalıp eski günlere gittik.
Fuat Abi çok iyi bir gazeteciydi. Haberin kokusunu çok iyi alır, kağıda çok hızlı ve çok güzel dökerdi. Onun haber yazışını izlemek bile keyifti.
Bursa Marmara gazetesi ilk yılında bir grup okuyucunu hacca gönderdi. Fuat Abi de gazete adına okuyucularla birlikte kutsal topraklara gitti. Bu da onu Bursa basınının ilk hacı gazetecisi yaptı.
Heyecanlıydı…
Çabuk heyecanlandığı için çok çabuk tepki verir ve duygularını coşkulu yaşardı. Hissettiğini, düşündüğünü açık açık ve en net kelimelerle söylerdi. Sesini yükseltmekten, tavır koymaktan hiç çekinmezdi. Bir yerde çok uzun kalmayı da sevmez, sıkılırdı.
Son dönemlerde bazı yaygın gazetelerin Bursa bürolarında çalıştı. Ama en son Haber gazetesinde cuma günleri dini içerikli yazılar yazıyor, ramazan sayfasını hazırlıyordu.
Hasta olduğunu biliyorduk ama hastanede yattığını salı akşamı Bursa basınının bir başka duayen ismi olan Necati Akgün ağabeyimizden öğrenince şaşırmıştık. Ziyaretine gidemeden vefat haberi geldi.
Daha cumartesi günü toprağa verdiğimiz Kahraman Atılgan Usta’nın ardından, aynı jenerasyondan olan gazetecilikteki ustamız ve bizi yetiştiren Fuat Erdur’un ölümü biraz daha sarsıcı oldu.
Bugünkü genç kuşaklar bu isimleri belki tanımıyor ve bilmiyorlar ama Bursa basınının bir dönemine imzalarını atanlar peş peşe gidiyorlar. Onlar artık Bursa için yaptıkları haberlerle arşivlerde yaşıyorlar.
Allah rahmet eylesin. Hepimizin başı sağolsun.