Bülent Aslanhan adı bugüne kadar, daha çok sivil toplum örgütlerindeki çalışmalarıyla Bursa’da gündeme geldi. İnandığı doğruları her fırsatta ve her ortamda açık açık söyledi.
Özellikle…
Geçen dönem üstlendiği Bursa Tabip Odası Başkanlığı görevinde ortaya koyduğu kent için sorgulama ve toplum için doğruları savunma anlayışı, hiç kuşku yok ki yeni bir çığır açtı.
Bugün de…
Cumhuriyet Halk Partisi’nin Büyükşehir Belediye Meclisi Grubu Sözcüsü olarak kent için sorgulamayı ve toplum için doğruları savunmayı sürdürüyor.
Tek farkı…
Düşüncelerini bugün siyasal bir platformda ve siyasi kimlik ile yapıyor.
Aslında…
Dr. Bülent Aslanhan’ı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bursa’nın son döneminde etkin olan isimlerden biri olarak, CHP’nin yeni dönemini gözlemleyen ve sorgulayan bir yazı kaleme almış.
Yazıyı…
Araya girip bir şey eklemeden, hele hele özetlemeden aktarmak gerekiyor. Çünkü, Aslanhan yeni değerlendirmesi yaparken kavramlardan yaşanmışlıklara kadar örnekler verip çok özel kurgulamalar yapmış.
O nedenle…
Lafı fazla dolandırmadan, Bülent Aslanhan’ın elektronik postayla gönderdiği ve “No pasaran… Faşizme geçit yok… Ya da yeni CHP” başlığını koyduğu yazıyı aynen yayınlıyoruz.
İşte o yazı:
Bir süreden beri CHP kurultayı ve “yeni durum” üzerine yazmak istiyordum. Olmadı. Biraz da beklemekte/gözlemekte yarar var, bakalım, gözleyelim, yorumları dinleyelim, yeni heyecanları anlayalım, buruklukları bilelim sonra iki satır laf da ben ederim diye düşündüm. Sonra araya Gazze ve İsrail bağnazlığı girdi, sonra İskenderun’da canımız yandı, biraz daha bekledim. Artık yazmalıyım.
Kurultayı TV’den izledim.
Kılıçdaroğlu nerdeyse kürsüden slogan atıyor: “Faşizme geçit yok.”
Salonu doldurmuş CHP kitlesi ona “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı ile karşılık veriyordu. Önce “merkez sağ” bir çizgiye çekilmiş, sonra da “milliyetçiliğe yanaşmış” bir durumdan sonra bu slogan bir çok kişiye iyi geldi. İtiraf etmem gerekirse bana da iyi geldi. Kendime sormadan yapamadım nereye gidiyoruz, ne oluyor?
Ecevit’in “Karaoğlan” olduğu zamanlarda ona sormuşlar “Nereye kadar solcusunuz?” diye. Ecevit de “Halkımın beni götürdüğü yere kadar” şeklinde yanıtlamış.
Diğer yandan bu faşizm tahlilleri ülkemiz solunu geçmişte de çok yormuştur. Kimileri “faşizme geçit yok” derken, kimileri bunu geri bir slogan olarak görmüş ve “kahrolsun faşizm” sloganı ile başka tespitler yapmış.
Ancak bugünden bakınca bu tahliller solun arkeolojik tarihinde yerini almıştır.
Şimdi bunları konuşmuyoruz bile. Biliyoruz ki ‘Faşizme geçit yok’ sloganı İspanya iç savaşının son aylarında atılmaya başlanmış, 1939’da devrimciler-cumhuriyetçiler sadece Madrid’de direnebilir duruma düşmüş, Katalonya ve Bask bölgelerinde yenilmişler, Falanjlar Madrid’i kuşatmış, çemberi yarmaya çalışıyorlarken…1939 direnişin son günleri ve devrimciler onurlu direnişlerini ‘Faşizme geçit yok’ sloganı ile ifade etmişler…
Aslında orjinali NO PASARAN!= GEÇEMEYECEKLER! olan sloganın moral değerleri yetmemiş ve yenilmişler.
Neyse bu tartışma bitmez.
Öte yandan faşizm üzerine tezleri öğrendiğimiz Dimitrov’un tarifleri ile AKP’yi faşist bir parti olarak tarif etmek hiç uygun olmaz.
Ben AKP’yi tanımlayacak olsam “dışı muhafazakarlıkla kaplanmış, içi incebıyık liberal” bir parti olarak tanımlarım. Kurultayda Altan Öymen’e sordular bu soruyu. “Faşizm yakıştırması fazla kaçmadı mı?”
Usta gazeteci ve politikacının verdiği “yargısıyla, üniversitesiyle, medyasıyla, yasama, yürütme ve Çankayası’yla bir ülkeyi tümden denetim altına alma teşebbüsüne başka ne denebilir?” mealindeki cevaptan hareketle, durumu büyük cümleler gerektirmeyecek bir biçimde anlayabiliriz.
Bana iyi gelen sadece duyduğum bu sloganlar değil elbet. TV başında Kılıçdaroğlu’nun kurultay konuşmasını dinlerken başka bir dizi şey de bana iyi geldi.
Başbakan’ın kimyasında yol açtığı değişim iyi geldi mesela.
Kendini dev aynasında gören, önüne çıkanı azarlayan, kendi dışındaki herkesi ve her şeyi hizaya sokmaya çalışan, bir Başbakan’a, “gidici olabileceğini” hissettirmesi iyi geldi.
Uzun süredir “tıkalı da olsa sağ şeridi zorlamakta inat eden CHP’de” Kılıçdaroğlu ile birlikte kongrede atılmaya başlanan sloganlar iyi geldi.
Yoksulluk, işsizlik ve eşitlik vurgulu daha sol bir söylemin öne çıkması iyi geldi.
Dürüstlüğün ve sadeliğin bir toplumsal karşılığı olduğunu görmek iyi geldi.
Taşeronluğun kaldırılacağını ve yüzde 10 barajının düşürüleceğini duymak iyi geldi.
Özetle bu değişim umudu bana iyi geldi.
Geçtiğimiz ay Prof. Çarkoğlu ve Prof. Kalaycıoğlu’nun araştırması vardı gazetelerde. Bu araştırmaya göre 1990’da kendini “soldayım” diye tanımlayanların oranı yüzde 21.8 iken, 2009’da yüzde 13.2’ye düşmüş.
Aynı dönemde kendini “sağda” sayanların oranı da yüzde 22.7’den 34.2’ye çıkmış.
“Ortada”kiler ise, yüzde 35.1’den yüzde 29.3’e inmiş. Memleketin siyasal iklimindeki sağcılaşmanın çarpıcı bir göstergesi bu rakamlar.
Ancak yine bu araştırmada halkın öncelikli sorunlarının ilk sıralarında “işsizlik ve yoksulluk” ile “geçim sıkıntısı” yüzde 80’lere yakın bir oranla çıkmış.
Bu durum önemli, çünkü sorunlar içinde “Kürt sorunu”nun oranı sadece yüzde 12. Yani ülkenin önemli sorunu gibi hissedilen bir sorunun toplumda sorun olarak tanımlanma oranı düşük.
Yoksulluk ve işsizlik ile ilgili çözüm yollarında en önemli adım kuşkusuz sosyal politikalarda alt gelir grupları ile ilgili düzenlemeler yapmaktır. Bu düzenlemeler ise ancak sol politikalarla mümkün olabilir.
Kabuğu muhafazakarlıkla kaplanmış, içi liberal yaklaşımlarla doldurulmuş AKP Hükümeti’nin bu sorunların çözümüne yönelmesini beklemiyoruz elbette.
Onlar yoksullukla ilgili adımları “sadaka dağıtmak” dışında atamıyorlar, ağırlığı seçim dönemlerine isabet eden erzak dağıtımı, buzdolabı dağıtımı, kömür dağıtımı dışında bir adımı da henüz göremedik.
Yoksullara bir tevekkül kültürü yaygınlaştırmalarını unutmamak gerek, önerileri “itiraz etme, şükret” düzeyini aşamıyor.
Bu nedenle yeni dönemde yoksulluk, eşitsizlik ve işsizlikle ilgili bir siyaset zemini CHP açısından “olması gerekene karar verme iradesi”dir. CHP’nin çok tartışılan ve yıllardır siyasetin sade yurttaşların günlük dertlerinden, toplumsal taleplerden, iş, aş, hizmet gereksinimlerinden kopmasından; bir yanda laiklik-cumhuriyet, öte yanda inanç-başörtüsü eksenine hapsolmasından kurtulma durumudur bu.
Yani artık CHP “sola çekmiştir”. Olması gereken sol evrensel değerlere en azından şimdilik teorik düzeyde olsa bile yaklaşmıştır. Pratiği hep beraber göreceğiz.
Varoş açılımı, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik üzerinden siyasetin gerçek zeminine yönelmesi toplumun geniş kesimlerine umut vermektedir. Kılıçdaroğlu ile birlikte CHP’ye artmış olan toplum ilgisini buradan anlamak mümkündür.
Kılıçdaroğlu şüphesiz doğru yoldadır.
CHP’nin Baykal dönemi siyaseti açısından düşündüğümüzde ve sınıfsal açıdan bakılınca da, emekçi kesimlerden, sosyolojik tabanından bu denli kopuk, bir “tuzu kurular” partisinin kendisini sol kulvarda tanımlamasının bir karşılığı yoktu, olamıyordu zaten.
Yeni orta sınıf diye nitelenen, şehirli profesyonel meslek sahiplerinin, “aşırı hırslı, kariyer basamaklarını tırmanmaya endeksli, sınırsız tüketmeye meyilli” zihniyetinin parti içi hakim siyaset olması bu sıkışıklığı oluşturması açısından manidardır.
Ne var ki liberal söylemin “orta sınıf paranoyası” diye hafife aldığı bu kesimlerin son dönemlerde yaşadığı korku ve endişenin mesnetsiz olmadığını düşünüyorum.
Bu çevrelerin uzun yılların çabalarıyla edindikleri bilgi, beceri ve deneyimlerinin, “liyakata” dayanmayan bir şekilde İslami tarikat ve cemaat vesayetinde bir anda değersizleşmesi, diplomaların karşılıksız kalması tedirginliği attırmaktadır.
Ayrıca iyi bir eğitim olanağı sağlamaya çalıştıkları çocuklarının geleceğinin bu ortamda karanlık olacağı ürpertisi de tedirginliği derinleştirmektedir. Bu nedenle bu çevrelerin umudu da CHP olmaktadır.
Şimdi siyaset becerisi bu orta sınıf talepleriyle, yoksulların taleplerini bir siyaset zemininde buluşturabilme yeteneğindedir.
Şüphesiz CHP’nin oturduğu statükocu zemin başka girişimleri de doğurmuştu.
CHP’deki yeniden yapılanma, Kılıçdaroğlu rüzgarı, sosyal demokrasideki boşluğu doldurmayı planlayanları, çatlaklardan yararlanmak için yola çıkanları -Sarıgül başta olmak üzere- hayal kırıklığına uğratacak, kaçınılmaz bir biçimde “mıntıka temizliği” yaşanacaktır.
Bunlar ya CHP’ye dönerek CHP içine karışacak, ya da geçici bir dönem “muteber şahsiyetler” olarak görünüp, AKP medyasının muteber malzemesi konumunda bilumum TV kanallarında ağırlanmak başlıca siyasi faaliyetleri haline gelecektir.
Temel tezlerinin ise, bir yerlerden düğmeye basıldığı, büyük bir “oyun” oynandığı varsayımı üzerine oturacaktır.
Oysa Kılıçdaroğlu’nun sahiciliğini, yerel seçim performansı ortaya koymuştur.
Ricky Martin’den Onur Akın’a geçiş; Kılıçdaroğlu’nun Ahmet Arif’le girip Nazım Hikmet’le final yapması sol değerlerin hala geçer akçe olduğunun göstergelerindendir.
Hele Kılıçdaroğlu’nun CHP kurultayında “devrimci Kemal” sloganıyla karşılanması, rüzgarın nereden estiği ve CHP’nin sola çektiğinin de göstergesi olmuştur. Bu tablo Kılıçdaroğlu’ndan öte salonu dolduran CHP kitlesinin ve delegelerinin gerçek hamuruna da işaret etmektedir.
SONUÇ:
CHP’yi yeni bir dönem bekliyor.
Esen bu rüzgar bu ülkenin yoksulları, işsizleri, özgürlük ve eşitlik isteyen bireyleri için de bir umut yaratmaktadır. Bu durum bir olanaktır.
Ama diğer yandan Kılıçdaroğlu’nu bu noktaya taşıyan dinamiğin, CHP’nin kireçleşmiş delege yapısı olması da ayrı bir handikaba işaret etmektedir.
Bu kireçlenmiş yapıya, “fizik tedavi” uygulayan öznenin dipten gelen bir dalga olduğunu unutmamak gerekir.
Kılıçdaroğlu’nun kumaşının niteliğini zaman ortaya çıkaracak; varoşların mı, yoksa plazaların mı umudu olduğunu hep beraber yaşayarak göreceğiz. CHP’nin “nereye kadar solcu” olacağı bizlerin çabası, soldan basınç ve vaatlerin muhatabı kitlelerin talepkarlığı ile de yön bulacaktır.
Umarım iyi olur… Umarım her şey gönlümüzce olur.