Referandum polemikleri arasında gözden kaçtı ama Amerika’da Türkiye ile ilgili çok önemli kararlar alındı

Bursa’dan bakarak bile olsa gördüğümüz bir gerçek var. İçinde bulunduğumuz dönemde Türkiye’den, Amerika’daki gelişmeleri en iyi izleyip yorumlayanların başında Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Burak Küntay geliyor.
Gerçekten de…
Amerika’nın dünyaya yayın yapan ve Türkiye’de Amerika’nın Sesi olarak tanınan Voice Of Amerika’nın kıdemli analisti olarak sık sık yorumlarına başvurduğu Dr. Küntay, okyanusun öbür tarafındaki Amerika’da çok önemli siyasal bağlantılara sahip.
Bunun sonucu…
28 Temmuz 2010 Çarşamba günü ABD Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde yıllar sonra ilk kez Türkiye-ABD ilişkilerini masaya yatıran toplantının ayrıntılarına ulaştı.
İşin ilginç yanı ise şu:
Gündeminde iç politikalar, referandum polemikleri, suni sorunlar, iç kavgalar ve teröre yönelik tartışmalar bulunan, bu gibi konularla meşgul olan Türkiye kamuoyu, dış politikamızı çok yakından ilgilendiren bu önemli toplantıyı gözden kaçırdı.
İşte bu önemli gelişmeyi Türk kamuoyuna ilk duyuran olan Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Burak Küntay toplantının amacını şöyle açıklıyor:
“Toplantının amacı 2003 yılından bu yana gelişen süreçte Tür -Amerikan ilişkilerinin nereye geldiğini değerlendirmek ve ilişkilerin geleceği ile ilgili ABD Kongresi’nin projeksiyonlarda bulunmasını sağlamaktı.”
Sonra da şu bilgileri veriyor:
“Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Howard L. Berman’ın açılış konuşması ABD’nin bakışı açısından Türkiye ile ilişkilerin ve sorunlu görünen noktaların özetlenmesi için yeterliydi. Berman toplantı konusunu özetlerken eleştirilerinin ekseriyetini AKP hükümetinin almış olduğu bazı kararlara bağladı.”
Eleştirileri aktarıyor:
“Öncelikle AKP’nin iktidara geldiği ilk günlerde umutlu olduğunu, AKP’nin reformlarını yapma konusundaki istekliliğini, Türkiye’nin Avrupa Birliği yolundaki ilerleyişinin ivme kazanmasını, Türkiye’nin İslam dünyasına önemli bir ılımlı İslam örneği olmasını ve daha az milliyetçi bir Türk dış politikası izlenecek olması ile ilgili umutlu olduğunu ve bu süreci ABD ve Avrupa açısından olumlu bulduğunu ifade etti. Berman daha sonra 2003 yılındaki Irak Savaşı sürecinde Türkiye’nin sınırlarını ABD’ye açmayarak bir gerilimin başladığını, daha sonra AKP’nin 2006 yılının Şubat ayında Hamas lideri Halid Meşal’i Türkiye’ye davet etmesi ile ilişkilerde gerilimin tırmandığını, ardından Başbakan Erdoğan’ın 2009 Şubat ayında Davos’ta İsrail’e karşı sergilediği tavrın ve Türkiye’nin İran ile yakınlaşmasının birçokları için büyük sıkıntı ve soru işareti yarattığını ifade etti.”
Şu bilgiler de içinde bulunduğumuz süreci çok yakından ilgilendiriyor:
“Ardından AKP’nin Mavi Marmara olayı ve Hamas’la ilişkili bir organizasyon olan İHH’ye destek vermesinin kabullenemez olduğunu ifade etti. Son olarak Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nde 1929 sayılı İran’a ekonomik yaptırımlar kararına Türkiye’nin ‘Hayır’ demesi ve inat eder gibi İran ile ekonomik ilişkilerini arttıracağını söylemesine tepki duyduğunu söyledi. Böyle bir BM yaptırımına Rusya’nın tavrının başka olduğunu, ama Türkiye gibi uzun süreli bir müttefikten beklenemeyeceğini dile getirdi.”
Ardından…
Berman’ın toplantü-ıda Türkiye ile ilgili sorgulamalarına sıralıyor:
“Berman ABD’de Türkiye ile ilgili şu soruların sorulduğunu iddia ediyor: AKP hükümeti bölgede daha büyük bir liderlik arzusu içinde mi? Eğer öyle ise bu ne demek? AKP’nin Türkiye vizyonu nedir? AKP demokrasiye bağlı mı? AKP, AB üyeliği sürecine bağlı mı? ABD için Türkiye’nin müttefikliği ne kadar önemli? Türkiye için ABD’nin dostluğu ve müttefikliği ne kadar önemli? Türkiye ABD ile olan müttefikliğini nasıl görüyor?”
Sorgulamanın sonrasında Türkiye ile ilgili Berman’ın madde madde yaptığı değerlendirmeler var.
Dr. Burak Küntay onları da aktarıyor:
Bir…
“Türkiye İsrail’e saldırıp Hamas ile yakınlaşıyor.”
İki…
“Türkiye barış yanlısı Filistin hükümetini gözardı edip yok sayarak Hamas’ı muhatap alıyor.”
Üç…
“ABD Hamas’ı terörist grup olarak görürken Başbakan Erdoğan direniş grubu olarak isimlendiriyor. ABD Türkiye için sıkıntı yaratan PKK terör örgütünü terörist olarak kabul edip Türkiye’ye Aralık 2007’den beri aktif ve hareket kabiliyeti olan istihbarat sağlıyor. Buna rağmen Türkiye ABD’nin terörist listesinde olan Hamas’ı muhatap kabul ediyor.”
Dört…
“Türkiye artık Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı sırasında Ermenilere yaptığı soykırımı kabul etmelidir. Bu komite daha evvel birçok kez soykırım tasarısını onaylayarak ABD Başkanı’ndan da bu şekilde tavır almasını defalarca kez istemiştir. Bunları yaparken Türkiye’nin de artık bu soykırımı kabul etmesi gerekmektedir.”
Beş…
“Türkiye Kıbrıs konusunda artık Kuzey Kıbrıs sanki Türkiye’nin bir iliymiş gibi Türk vatandaşlarının illegal olarak sürekli Kuzey Kıbrıs’a yerleştirilmesini kesmelidir.”
Altı…
“Türkiye’de basın özgürlüğüne önem verilmelidir. Türkiye’deki vergi sistemi kullanılarak bazı gazetelerin hükümeti eleştirmeleri ve kritik yapmalarının önü kesilmemelidir.”
Yedi…
“Biz Türkiye’de bütün dini azınlıklara tam özgürlük istiyoruz. Artık Türkiye’nin ekümenik meselesini kabul edip, Rum Ortodoks Patriği’ni ekümenik olarak kabul etmesi gerekmektedir ve Heybeliada Ruhban Okulu’nu tekrar faaliyete sokmalıdır.”
28 Temmuz’daki toplantıda Komite Başkanı Berman’ın kayda giren bu sözlerinin ardından, Milletvekili İleana Ros-Lehtinen söz alıyor ve Berman’ın konuşmasını destekleyip bazı eklemeler yapıyor.
Küntay bunları da şöyle aktarıyor:
“Lehtinen, bir İslamcı parti olan AKP’nin Türk askerinin darbe yapacağı öngörüsü ile soru işareti yaratan bazı taktikler ve gayri hukuki yöntemlerle delil toplamak suretiyle orduyu yıpratıp üzerinde baskı yarattığını ifade etti. Ardından hükümetin kendisini desteklemeyen medya gruplarına büyük baskı uyguladığını ve son referandum önerisi ile Türk hukukunu ele geçirmek istediğini söyledi.”
Çarpıcı bir örnekleme Lehtinen’den gelmiş:
“Başbakan Erdoğan’ın Rusya Başbakanı Putin gibi bir yol izlediğini ve Türkiye’de otoriter bir rejim kurmayı hedeflediğini, bu şekilde AKP’nin iktidarda kalmasını sağlamayı öngördüğünü ifade etti.”
••••••••••
O gün…
Berman ve Lehtinen’in açılış konuşmalarındaki söylemlerinden sonra Washington’da Türkiye üzerine çalışan bazı uzmanları dinleyerek gündemine devam ediyor.
Eski Türkiye Büyükelçisi ve şimdi Atlantic Konseyi Direktörü Ross Wilson, AEI Analisti Micheal Rubin, GMF analisti Ian Lesser ve Washington Enstitüsü analisti Soner Çağaptay konuşmacı olarak komiteye sunum yapıyorlar.
Bu noktada…
Dr. Burak Küntay şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Berman önemli bir Temsilciler Meclisi üyesi ve Dış İlişkiler Komitesi’nin Başkanı. Berman’ın Türkiye ile ilişkileri ele alışını etkileyecek iki önemli özelliği daha var. İlki; önemli bir İsrail savunucusu olması, diğeri ise California’nın 18’inci bölgesini temsilen Temsilciler Meclisi’nde bulunması.”
Bunların ne anlama geldiğini de açıklıyor:
“İsrail sempatizanı olup ve İsrail’e desteğini defalarca kez açıklayan bir milletvekilinin Türkiye ile İsrail’in bu gerilimi yaşadığı dönemde Türkiye’ye karşı objektif olmasını beklemek neredeyse imkansız olur.”
Şöyle devam ediyor:
“Türkiye’ye yapılan 2003 yılından beri haklı haksız birçok eleştirinin son dönemde hat safhaya ulaştığını görmek mümkün. ‘Türkiye NATO’dan çıkarılsın, Türkiye’ye silah satışı tekrar gözden geçirilsin’ gibi birçok söylemin üzerine böyle geniş kapsamlı ve büyük bir toplantının yapılmasındaki motifin İsrail ile Türkiye arasındaki gerginlikten dolayı Türkiye’yi suçlu bulan Washington’daki Yahudi organizasyonların büyük etkisi olduğunu görmek mümkün.”
Yorumu şu:
“Türkiye’yi yıllardır Ermeni tasarısı konusunda sonuna kadar desteklemiş olan ve Türkiye’nin Washington’daki en büyük savunucusu olmuş bu Yahudi organizasyonları artık Türkiye’nin karşısında. Dolayısıyla Berman’ın da bu noktada söylemlerinin ve motifinin ne olduğunu görmek mümkün.”
Şu ek bilgiyi de veriyor:
“Berman’ın diğer bir özelliği ise California 18. bölge milletvekili olması. Yani ABD’deki Ermenilerin en çok oy sahibi olduğu ve büyük bir ekonomik potansiyele sahip olduğu en önemli seçim bölgelerinden bir tanesi. Ermeni nüfusunun çokluğunun yanında bölgedeki Yunan nüfusunun da fazlalığı hem Ermeni ve Yunan oylarının organize bir şekilde bu bölgedeki seçim neticelerine etki edebilecek konumda olması, bir de üstüne Ermeni ve Yunan iş adamlarının bir yerde seçim kampanyalarında önemli finansörler olmaları, Berman’ın Temsilciler Meclisi’ndeki geçmişi ve geleceği açısından da büyük önem taşıyor.”
Önerisi şu:
“ABD dış politikalarını yorumlayabilmek için önce iç politikasını bilmek gerekir. California eyaletinde bilhassa bu tarz seçim bölgelerinde siyaset yapan kimselerin Ermeni ve Yunan lobileri ile iyi ilişkiler içinde olması zaruri. Berman’ın Rum Ortodoks Patriği’nin ekümenik olarak adlandırılmasını istemesi ve Ruhban Okulu’nun açılmasını istemesi kendi bölgesindeki Yunan oylarına bir jest. Yazıktır ki, ABD gibi dünya lideri olan bir ülkenin yasama organının en yetkili dış politika yapıcısı, iç politikaya ve kendi iç politika menfaatlerine hapsolup taraflı bir bakış açısı izliyor.”
Peki…
Türkiye’nin tercihleri açısından bakıldığında konuşmalar nasıl bir zemine oturuyor? Soruya cevap olarak Dr. Burak Küntay şunu söylüyor:
“Türkiye’nin daha az milliyetçi ve İslam dünyasına örnek bir ‘Ilımlı İslam’ olması fikri Berman’a hoş gelmiş olabilir. Ancak Türkiye bölgesine her zaman örnek, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan; ama dini ve devlet ilişkilerini tarihsel olarak birbirine karıştırmamayı hedefleyen laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti. Yani Berman’ın istediği, bir dönem Türkiye’nin bu kalıba sokulmaya çalışıldığı ve şimdiden bu kalıpla ABD’li yetkililerin şikayet ettiği gibi bir ‘Ilımlı İslam’ ülkesi değil. Zaten Türkiye’nin ‘Ilımlı İslam’ ya da başka bir tarzı benimseyip benimsemeyeceği Türkiye vatandaşlarının derdi ve meselesi. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin nasıl bir felsefesi olacağı ne ABD’yi ne de Berman’ı ilgilendirir.”
Şu yorumu da çok çarpıcı:
“Türkiye’nin daha az milliyetçi bir dış politika izlemesi konusu da enteresan bir söylem. Kıbrıs meselesi, Kuzey Irak meselesi, Ege sorunu, Türk – Yunan ilişkileri, Ermeni sorunu ve Türk – Ermeni ilişkileri, Türkiye – İran ve Türkiye – Suriye ilişkileri Türkiye’nin önemli dış politika meseleleri. Türkiye ABD gibi kuzeyinde Kanada, güneyinde Meksika gibi sessiz sedasız ve tehditsiz bir bölgede yaşamıyor. Bir çok farklı tehdidin ve birçok ülkenin Türkiye ya da Türkiye’nin etrafındaki dış politika emellerinin karşısında Türkiye’nin ve Türk milletinin milliyetçi duruş sergilemesi kadar doğal bir şey olamaz. Eğer Berman’ın istediği Türkiye’nin kayıtsız şartsız Kıbrıs’ı bırakması, Ege’deki haklarından feragat etmesi, Kuzey Irak’taki Türkmenlere yapılanlara kayıtsız kalması, soykırım yalanına tamam demesi ve sessiz sedasız kendisine tebliğ edilenleri onaylaması ise, bu ancak Berman’ın hayallerinde kalabilir. Ne Berman ne ABD Dış İlişkiler Komitesi istiyor diye Türkiye birçok konudaki milli duruşundan vazgeçemez.”
Devamında şunları söylüyor:
“AKP sekiz yıl önce yoktu. Bir müddet sonra iktidar yine değişebilir, ancak Türk milli menfaatleri baki kalır ve her Türk bu menfaatlerin koruyucusu ve savunucusu olur. Diğer eleştiri Türkiye’nin soykırım meselesini kabul etmesi konusu. Gönül ister ki, ABD gibi dünya lideri olan bir ülkenin Temsilciler Meclisi Başkanı’nın, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı’nın ve Temsilciler Meclisi’nin diğer üyelerinin bu konuya daha sorumlu ve objektif yaklaşması gerekir. Los Angeles Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Berman sanki tarih profesörüymüşçesine Türkiye’nin soykırım yaptığını iddia ediyor. Adama sorarlar; ‘Sen hangi sıfatla, hangi bilgi ile, hangi altyapı ile ve hangi uzmanlıkla araştırmadan böyle tarihi bir konuda hüküm sahibi olabilirsin?’ Tabii ki mesele seçim kampanyasındaki finansörler ve toplu gelecek olan Ermeni oyları olduğunda işin rengi ve siyasetin duruşu değişiveriyor.”
İçinden geçeni yüksek sesle dillendiriyor:
“Gönül ister ki; demokratlar iktidarında demokratik bir felsefe ile demokrat bir ülke olan ABD yöneticileri bu konunun siyasi değil tarihi bir konu olduğunu kabullensin. ‘Bu siyasetçilerin değil, tarihçilerin işidir’ desin. Büyük bir tarih komisyonu kurulmasına ön ayak olsun ve taraf olan ülkeler komisyonda arşivlerini açıp bu konuyu enine boyuna tartışsın. Burada çıkacak her netice Türkiye’nin kabulüdür, ama mesele California eyaleti 18. bölgedeki Ermeni seçim finansörleri ve Ermeni oyları olunca tabii ki demokratlık sadece sözde kalıyor.”
Kamuoyumuz açısından son derece duyarlı ve aynı oranda önemli bir noktaya daha değiniyor.
“Türkiye’de herkes dinini anayasal olarak istediği gibi yaşar, ibadetini yapar, çocuklarını dini okullara yollar ve bunlar anayasal güvence altında korunur. Yani 11 Eylül sonrası ABD’de bazı yerlerde olduğu gibi camilerin girişine kamera konmaz. Bazı camilerin ve dini grupların finansı takip altına alınmaz. Sırf Müslüman olduğu için 11 Eylül sonrasında olduğu gibi 1400’e yakın Müslüman ki ekseriyeti Pakistanlı göz altına alınmaz. Yurtiçi ve yurtdışı uçuşlarda eğer Ortadoğu ya da Müslüman kökenli iseniz özel bomba aletleri tarafından iç çamaşırınıza kadar soyunup aranılmazsınız.”
Güncel konulardan biri olan, ancak Temsilciler Meclisi’ndeki toplantıda eleştirilen referandum konusunda Dr. Burak Küntay şu yorumu yapıyor:
“Hükümetin referandum ile hukuk sistemini baskı altına alması konusuna gelince… Bir yasa teklifi var. Bu anayasa değişikliği 12 Eylül günü Türk halkının oyuna sunulacak. Bu teklif Türkiye’nin sahibi olan ve Türkiye’nin geleceğine karar verecek tek merci olan halka sunulacak. Netice ‘hayır’ çıkarsa; bu Türk halkının isteği. Türk halkı kendi geleceği için ‘evet’ demeyi uygun görürse bu da tercihidir. Halkın çoğunluğunun fikrine dayanan demokratik bir referandum. Soru Türk halkına sorulur, kararı ve cevabı Türk halkı verir. Buradan çıkacak neticeyi de herkes kabul eder.”
Tespitini paylaşıyor:
“Eğer Dış İlişkiler Komitesi’nin istediği demokrasi Temsilciler Meclisi’nin hoşuna gidecek kararlar çıktığı müddetçe uygulanacak demokrasi ise bu başka, ama bizde uygulanan demokrasi Temsilciler Meclisi’nin isteğine göre değil, halkın çoğunluğunun isteğine göre şekillenir. Halk bu kararı alırken kendi ülkesini ve kendi menfaatlerini düşünerek müspet veya menfi bir karar verir, Temsilciler Meclisi’ni düşünerek değil.”
Bir de uyarı gönderiyor:
“Keşke hukuk konusunda bu kadar hassas olan Temsilciler Meclisi yıllardır en büyük hukuksuzluğun yaşandığı Guantanamo Kampı’nı yeni değil, yıllar önce kapatsaydı. Keşke hukuka düşkün olan bazı kimseler 2001-2003 saldırılarından sonra çıkan US Patriot Act yasasının akabinde özel hayata ve bireysel haklara yönelik bazı kısıtlamaları hiç çıkarmasaydı. Keşke 2003 Irak Savaşı’ndan sonra Irak’taki Abu Garip hapishanesinde yaşanan insanlık dışı olaylar hiç yaşanmasaydı ve keşke 2000 yılı seçimlerinde Al Gore ABD vatandaşlarının daha fazlasının oyunu almasına rağmen, demokratikliğine anlam veremediğim electoral system, yani seçiciler kurulu azizliğine uğrayıp başkanlığı Bush’a kaptırmasaydı.”
Bu bölümde…
Dr. Küntay çok özel bir yorum yapıyor:
“Bu tarz şeyler ABD’de olduğunda adına sistem, istikrar, ulusal güvenlik ve milli menfaat deniyor. Bizde halkın oyuna bir taslak sunulduğunda ise adına faşizm, diktatörlük ve hukuksuzluk deniyor. Bir de bunu söyleyenler Hamilton’un, Jefferson’ın, Franklin’in, Adams’ın ve Washington’un büyük demokratik öngörüleri ile kurulmuş ABD Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nde oluyor. Hep ulu önder Mustafa Kemal’le Türkiye eleştirilirken atıfta bulunuluyor. Ben de bir empati yapayım bari. Rahmetli Jefferson yaşasaydı da bu günleri görseydi. ‘Ne oldu benim felsefeye’ der, kemikleri sızlardı herhalde.”
Bir eleştiri noktasına daha farklı bakıyor:
“Türkiye’nin 2003 yılında Irak krizinde ABD’ye kapılarını açmama konusu. Eğer bu konuya girersek Berman çok mahcup olur. Okumadığı, eğer okuduysa da okuduğunu anlamadığı çok ortaya çıkar. Böyle diyene derler ki, 1990 Körfez Savaşı’nda Türkiye’ye bütün ekonomik kayıplarını telafi sözü veren kimdi? İlk sene Suudi Arabistan’dan ve Kuveyt’ten 2.2 milyon dolar yardım alındı, sonraki sene 900 milyon dolar, sonraki yıl ise hiçbir şey. Ne oldu o büyük Amerikan sözüne? Ne oldu müttefiklerimizin Berman’ın deyimi ile her daim arkamızda duruşuna? Türkiye sözünün arkasında durdu ve Kuzey Irak’taki Kürtleri Saddam’dan korumak için kurulan çekiç güç hareketine sonuna kadar destek verdi. Karşılığında Türkiye yaşadığı en büyük terör eylemlerini bu dönemde yaşadı. Binlerce masum insanımız öldü. Ne oldu büyük ittifaka?”
Şunu da anımsatıyor:
“2003 yılında Türkiye 1 Mart Tezkeresini belki reddetti, ama ardından geçen 2 tezkere ile birlikte Türkiye ABD’nin Irak’a hatta Kuzey Irak’taki Kürtlere destek olması için bir yol açtı. Gerek havadan gerek karadan ABD şu an bile buraya yapabileceği bütün yardımların geçişinin sağlanabilmesini Türkiye’ye borçlu. Karşılığında Türkiye ne aldı? Askerinin başına çuval geçirildi. Türkmenlerin katledilmesini tüm dünya ile birlikte ABD Temsilciler Meclisi de izledi. Terör yeniden arttı ve ekonomik kayıplar çığırını aştı. Buna rağmen Türkiye’nin bu tavrı Temsilciler Meclisi’nde eleştirildi.”
Gelinen durumu özetliyor:
“AKP bugün vardır, yarın yoktur. Ancak bu meseleler bir hükümetin değil, ülkenin duruşu. Bununla birlikte yapılan bazı eleştirileri de gözardı etmemek ve değerlendirmek gerekir. Türkiye AB sürecinde kandırılmış, Kıbrıs konusunda uluslararası anlaşmalara rağmen Rum Kesimi tam üye yapılmıştır. Türkiye üstüne düşen her şeyi yapsa bile ‘halka sorulacak’ denmiş. Kıbrıs sürecinde Türk tarafı yapıcı olmuş, oylamaya ‘evet’ demiş; Rum kesimi ‘hayır’ demiş. Fatura Rum Kesimi’ne ya da Yunanistan’a değil, KKTC’ye ve Türkiye’ye çıkmış. Hem uzlaşmacı olunmuş hem cezalandırılmış.”
Gerçi…
İçeride Türkiye’nın dış politikası çok eleştiriliyor. Ama Dr. Burak Küntay bu konuda Amerika ilişkileri açısından farklı düşünüyor:
“Türkiye’nin terörle mücadelesi yıllarca görmezden gelinmiş. PKK’nın bazı kampları Avrupa’da konuşlanmış ve dini hoşgörüden bahseden Avrupa bir Hristiyan Kulübü gibi davranıp Türkiye’nin dini yapısının Avrupa için bir engel olacağını artık dillendirmiş. Peki böyle bir uluslararası arenada Türkiye ne yapmalı? Avrupa’nın kapısında dikilip belki bir gün olur diye ilelebet beklemeli mi, yoksa kendisi için yeni arayışlar içine mi girmeli? Kanaatimce Türkiye’nin dış politikada izlediği aktif gidişat Türkiye için önemli ve Türkiye’nin gelecekteki önemli istikameti olmalı.”
Yine de uyarısı var:
“Ne derseniz deyin, Türkiye’nin bu yeni dış politika vizyonu hayata geçerken çok dikkatli ve stratejik olarak hareket etmek gerekir. ABD demokrasi savunuculuğu yapılan, demokrasi ile hiç alakası olmayan Suudi Arabistan’la, Kuveyt’le, Katar’la büyük ilişkiler içinde. Petrol alımında ve ticarette çok üst düzeyde ilişkiler kurulmuştur. Ekonomik menfaatleri ve çıkarları doğrultusunda hareket ederken eleştirdiği konularla ters düşmemek için bu ülkelerle mesafeyi de koruyor. Türkiye de gerek İran gerek Suriye gerekse Sudan gibi Türk ekonomisi için önemli olduğuna inanılan ülkelerle ülkenin ve milletin ekonomik menfaatleri doğrultusunda ilişkilerini kurmalı ve devam ettirmeli, ancak diplomatik anlamda bazı konularda da tavrını ortaya koyabilmeli.”
Örnek de veriyor:
“İran’ın nükleerleşmesi ve İran’daki insan hakları ihlalleri Türkiye için kabul edilemez. Gaz alışverişiniz ve ticari ilişkilerinize devam ederken bu konulardaki tavrınızı açıklıkla ortaya koymak zorundasınız; ama eğer Türkiye-Ermenistan meselesinde ABD’li siyasetçilerin uzmanı olmadan bir konuya soykırım demesine ne kadar bozuluyorsa Sudan’da BM’nin soykırım diye araştırmalarda bulunduğu bir konuya soykırım değil derseniz, Sudan Devlet Başkanı El Beşir’i ülkenizde konuk edip, Sudan’a resmi ziyarette bulunursanız, kendinizi eleştirdiğiniz kişiler ve kurumlarla aynı kefeye koyarsınız. İsrail’in Filistin ablukasını eleştirirken Mısır’ı yok sayarsanız taraflı durumuna düşersiniz. Devamlı suretle Hamas’ın halk oyu ile seçildiğini bu yüzden uluslararası arenada muhatap alınması gerektiğini savunurken, halkın daha fazla oyu ile seçilmiş Mahmut Abbas’ı ve El Fetih yönetimini Gazze’deki Hamas yönetimine tercih ederseniz ülke içinde taraf olmuş olursunuz ve ABD’nin Türk iç politikasına karıştığında duymuş olduğunuz kızgınlığı ve hissettiğiniz adaletsizliği bu sefer başka bir ülke için siz yapmış olursunuz.”
Şu uyarısı da çok önemli:
“Kendi ülkenizin terör listesinde bulunan bir terör örgütü ile mücadele için dış destek beklerken, başka bir ülkenin terör listesinde bulunan bir örgütü kişisel düşünceleriniz ne olursa olsun legal kabul ederseniz kendi meseleniz gündeme geldiğinde dış destekten yoksun kalırsınız.”