Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanı Gürhan Akdoğan, hem yerel yönetimlerin birinci yıllarını ele aldığı, hem de belediyelerce Bursa’ya giydirilmek istenen gömlekle ilgili gözleme dayalı değerlendirmeleri nedeniyle düzenlediği basın toplantısında adeta kitap gibi bir dosya ortaya koydu.
O dosyanın sonuç bölümünde ise, günlük kent yaşamını ilgilendiren konularda çok önemli bulduğumuz, hatta kenti yöneten kadroların da kesinlikle dersler çıkarması gerektiğini düşündüğümüz Bursa tahlili yer alıyor.
Dahası…
“Bursa için şirket belediyesi mi, toplumcu ve halkçı bir yerel yönetim mi?” başlığı altında CHP İl Başkanı Gürhan Akdoğan daha çok yerel yönetimlerin yönetim anlayışı stratejisi olarak oturtmaya çalıştığı anlayışı öncelikle sorguluyor:
“Daha çok Bursa’nın marka kent olacağı; su, ulaşım, tıbbi atık gibi hizmetlerin pahalı olacağı; bu sayede kentimizin göç alan bir kent olmasının engelleneceği ve Bursa’da yaşamanın ucuz olmayacağı vurgusuyla güçlendirildi bu cümleler.”
Şöyle devam ediyor:
“Kent pahalı olacak, böylece niteliksiz göç engellenecek gibi akla uygun hale getirilmeye çalışılan bu tezlerin arkasında hizmet belediyeciliği değil, bir şirket belediyeciliği anlayışının olduğu sorglanmadı çoğu zaman.”
Şu yorumu yapıyor:
“Küreselleşme, değerler sistemimizde öylesine olumsuz gelişmelere yol açmış bulunuyor ki, hemen hemen herkes her şeyi paraya çevirme sevdasına kendini kaptırmış durumda. Kentlerimizin toplumsallığı, işlevselliği ve estetiği bundan alabildiğince zarar görmekte.”
Devam ediyor:
“Kentimizde plana ve plan düşüncesine sahip çıkmaktaki kararlılığın zaafa uğraması, son altı yılın en çarpıcı gelişmelerinin başında gelir. Bunda kuşku yok ki, dünyada esen liberal rüzgarlara kapılmanın büyük payı var. Çünkü piyasaya karışma anlamına gelen planlı yaklaşım liberalizmin ruhuna aykırıdır.”
Şuna dikkat çekiyor:
“Dünya Bankası’nın bu konuda koyduğu kural kimi resmi yayınların başlığında açıkça yer almaktadır: Planı bırak, piyasaya bak.”
Şu cümlenin de altını çiziyor:
“Kentler için planlar hazırlamanın yasal bir zorunluluk olması karşısında, planlar biçimsel olarak hazırlanıp yürürlüğe sokulsa da, anlayışlardaki plan karşıtlığı türlü biçimlerde varlığını sürdürmektedir.”
Şu noktaya özel vurgu yapıyor:
“Büyükşehir Belediyesi komisyonları içinde en çok çalışan (!) komisyon imar komisyonudur. Her ay toplanan Belediye Meclisi gündeminin yüzde 90’ı İmar Komisyonu gündemlerinden oluşmaktadır.”
Rakamlar veriyor:
“AKP’nin Büyükşehir Belediyesi’ni yönettiği 2004-2009 arasında yapılan plan değişikliklerine bakıldığında Osmangazi 485, Yıldırım 695, Büyükşehir Belediyesi’nin 3 bin 349 plan değişikliği yaptığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz.”
Bu noktada…
“Kentin planları alt-üst ediliyor. Şimdilerde ise 1/100.000’lik planların revize edilmesi ihtiyacı konuşuluyor, hazırlıklar yapılıyor” diyerek önemli bir noktaya daha dikkat çektikten sonra şöyle devam ediyor:
“Bu plan değişikliklerinin bir kısmı kamusal alan için yapılırken, en önemli kısmı da kamu yararı dışında kişisel ve piyasa rantına dönük plan değişiklikleri biçiminde oluyor.”
Örnek de veriyor:
“Bir çok tartışmaya rağmen Büyükşehir Meclisi’nde kabul edilen Besob Sanayi Sitesi, Yenişehir Çimento Fabrikası, Mustafekamalpaşa’da kurulması planlanan sanayi kuruluşunun planlamaları hatırlarda. Tıpkı bunlar gibi, bugün de kentleşme politikalarının plan öncülüğünde yürütülmesi liberal felsefeye saygısızlık olarak algılanıyor artık.”
Eleştirdisi şu:
“Sık sık başvurulan plan değişiklikleriyle planların özgün biçimi tanınmaz duruma getirilmiştir. Değişikliklerin pek çoğu kamu yararından başka amaçların geçerli kılınması için bir araç olarak yapılmıştır.”
Önemsenmesi gereken bir uyarı yapıyor:
“Son yıllarda, planlama adı altında kentin imar planı ile bütünleşmeyen, parçacıl yaklaşımları yansıtan proje uygulamalarına yanlış olarak planlama gözüyle bakılmaya başlanmıştır. Bu gözlemin en dikkate değer örneklerini Toki uygulamalarında görüyoruz. Toki kentimizde kuruluş amaçlarını aşarak Besob Sanayi Sitesi’ni, Nilüfer’de hastane alanına alışveriş merkezi yapmayı hedefleyecek kadar sınırını aşmaktadır.”
Eleştiri ve uyarının ardından yol da gösteriyor:
“Kentsel planlama çalışmaları bütüncülük özelliğine sahip olmak durumundadır. Bunun anlamı, kent planlarının salt toprak kullanımının denetimiyle yetinmek yerine, ekonomik, toplumsal, kültürel ve çevreye ilişkin konularda da çözüm arayışları içinde olmasıdır.”
Mevcut tabloyu aktarıyor:
“Oysa görülmektedir ki, yoksullukla savaşım kentsel planlamanın neredeyse ilgi alanı dışına çıkarılmıştır. Kentimiz krizle birlikte giderek daha belirgin bir biçimde yoksulluğun ağır bastığı yerleşim yeri görünümü kazanmaktadır.”
Bakış açısı şu:
“Bu konu, salkt imarın planlanmasından sorumlu gibi bir görüntü sergileyen yerel yönetimlere bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Ne var ki, devletin yoksullukla savaşım, gelir dağılımı, eşitsizlikleri azaltma ve kamusal hizmetlerin uygun ücretlerle kullanılması, son yıllarda kentimizi teğet geçmiştir.”
Önemli bir tespit yapıyor:
“İstihdam ve yoksullukla savaşım devletin öncelik taşıyan uğraş alanları değildir artık. Örneğin, Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere benimsetmeye çalıştığı ‘kullanan öder’ kuralı, kent hizmetlerinin karşılığını ödeme gücünden yoksun kitleleri devletin ve kent yönetimlerinin ilgi alanı dışına itmektedir.”
Şunu ekliyor:
“Durum böyle olunca, su ve ulaşım hizmetleri çok pahalı sunulan hizmetler olarak devam etmektedir. Gerekçe olarak da geçmişte yapılan kredi anlaşmaları gösterilmektedir.”
Hazırladığı kitap gibi dosyada çok önemli tespitler yapıp görüşler aktaran CHP Bursa İl Başkanı Gürhan Akdoğan, kentteki günlük yaşama da parmak basıyor:
“Son zamanlarda kent merkezine konulan parkomatlar aracılığıyla daha düne kadar ücretsiz olan park etme hakkı bile hiçbir yatırım yapılmamasına, yeni bir otopark yapılmamasına rağmen ücretli hale getirilmektedir. Bu uygulama kamuoyuna trafik düzenlemesi ve kaynak yaratma olarak açıklanmakta, daha kötüsü epeyce bir destek bulmaktadır.”
Buradan, önemli bir sonuca ulaşıyor:
“Sonuçta bir kültür olarak halk kavramı yerine müşteri kavramıyla yönetim anlayışı pekiştirilmektedir. ‘Bireysellik, özel alan, serbest piyasa, rekabetçilik, yerelcilik, yönetişim, sivil toplumculuk, rantiye, yolsuzluk’ kavramları yükselen değerler haline getirilmektedir.”
Ardından…
“Bir yerel yönetim organı ne yapar?” diye sorup şu cevabı geliştiriyor:
“Su temini ve arıtımı, atık su hizmetleri, çöp ve temizlik hizmetleri, imar çalışmaları, ulaşım hizmetleri, kesintisiz ve sağlıklı enerji-doğalgaz temini, çevre sağlığı, zabıta, itfaiye, afet planlaması, kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor, sosyal hizmet ve yardım konuları kentsel hizmetlerin planlamasındaki çeşitliliği oluşturur.”
Bunu…
“Peki bu hizmetlerin yürütülmesi için kentliler ne yapar?” sorusuna verdiği cevap izliyor:
“Tabii ki, vergisini öder… Ücretliler peşinen, esnaflar ve işveren çevreleri gelir vergisi olarak öder. Ayrıca vergilerin yüzde 74’ünü oluşturan dolaylı vergi olarak da herkes yaptığı alışveriş sırasında bir kez daha vergisini öder.”
Sorularını…
“Bir vergi reklamında olduğu gibi, bu vergiler bize ne olarak dönmeli?” diyerek devam ettirirken, vergilerin doğru kullanımını da sorguluyor:
“Peki neden böyle olmaz? Biz bu kentte kullandığımız suya çok yüksek ücretleri, hatta evlerin önüne yapılan kaldırımlara ve yollara yeniden niçin ödeme yapmak zorunda kalırız. Bu hizmetlerin kamusal olarak bizlerin ödediği vergilerle yapılması gerekmiyor muydu?”
Cevabı verip devam ediyor:
“Gerekmiyor… Niçin? Çünkü Dünya Bankası bizim gibi ülkelere önermiş: Kullanan öder. Yani, bir tür fırsatçılık kural haline getirilmiş ve yasalar çıkartılarak bize dayatılmış.”
Sonunda da…
Akdoğan’dan dört madde halinde çok önemli tespit ve değerlendirmeler geliyor:
Bir…
“Geçirdiğimiz bir yıl içinde Büyükşehir Belediyemiz muhafazakar bir kabuk içinde liberal bir yönetim anlayışını şirket belediyeciliği anlayışıyla sürdürerek durumunu rahatlatmıştır.”
İki…
“Kaynak kullanımındaki öncelikler toplum yararından çok tanıtım, reklam, kültürel faaliyetler başlığında tevekkül kültürünü yaygınlaştıran yeni Osmanlıcılık eğilimlerinde kullanılmıştır.”
Üç…
“Han-hamam restorasyonları kent sınırlarını aşarak Balkanlar’a, Mısır’a kadar uzanmıştır.”
Dört…
“Tevekkül kültürü durumu rahatlatmış ve kent yoksullarından oy alarak belediye yönetimine yerleşilmiş, ancak hizmetlerin ulaşamadığı yoksullara ‘itiraz etme, şükret’ mesajı yaygınlaştırılmıştır.”