Amerika’daki Ermeni tasarısını popülist yaklaşımlarla tartışıyoruz, yapılması gerekene yönelik bir proje yok

Gündemin ilk sırasındaki yerini bugünlerde kaybetmiş gibi görünse de; hem Türkiye ve Ermenistan arasındaki protokolların konuşuluyor olması, hem de yaklaşan 24 Nisan nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Obama’nın konuşmasında yer verip vermeyeceğine yönelik merak Ermenilerin soykırım iddiasını gündemden düşürmüyor.
Üstelik…
4 Mart’ta ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde 1 oy farkla kabul edilen Ermeni Soykırımı Tasarısı’nın yasalaşıp yasalaşmayacağı da her zaman olduğu gibi en ciddi sorunlarımızdan biri.
Peki…
4 Mart’ta Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’ndeki oylamayla başlayan ve dış politika krizi haline gelen bu süreci Türkiye nasıl yönetti? Neler yapıldı, neler yapılıyor? Neler yapılmalıydı, neler de yağılamadı?
İşte…
Kriz yönetimiyle ilgili bu süreci Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmaları Merkezi Başkanı ve Amerika’daki önemli düşünce kuruluşlarından biri olan FDD Kıdemli Analisti Burak Küntay, karara tepkiden itibaren Türkiye’nin izlediği politikayı şöyle değerlendiriyor:
“4 Mart günü alt komitede kararın netleşmesinden sonra Sayın Başbakan ABD gezisini askıya aldığını açıkladı. Bence doğru da bir karar verdi. Türkiye’nin bir tepki göstermesi gerekiyordu ve Başbakan bu tavrıyla göstermiş oldu. Hemen ardından Washington Büyükelçimiz Sayın Namık Tan istişare edilmek suretiyle Ankara’ya çağrıldı. Diplomatik bir tavırdır, normal bir süreçtir. Bunu da anlamak gayet olasıdır. Buraya kadar yapılan diplomatik teamüller gereği doğru, kıvamında ve yerinde tepkilerdir.”
Soruları ve cevapları birlikte ele alıyor:
“Bu süreçten sonra yaşananlar ve içinde bulunulan sürece dikkat etmek gerekiyor. Türkiye’nin tepkisi neye? Dış İlişkiler Komitesi’nden bu kararın geçmesine. Peki Türkiye’nin bu süreçte görmek istediği ne? Tasarının Temsilciler Meclisi’nin genel kurulunda oylanmayıp, genel kuruldan geçmemesi ve 24 Nisan’da ABD Başkanı’nın yapacağı Ermenilere yönelik konuşmasında soykırım sözünün kullanılmaması.”
Ardından…
Başlangıçta “diplomatik teamül olarak gerekli görülebilecek bir uygulamaya ters açıdan yaklaşıyor ve şu sonuca ulaşıyor:
“Bu süreçleri engelleyecek ve olmamasını sağlayacak en önemli unsur Türkiye’nin Washington’da yapacağı lobi ve diplomasi. Peki bu diplomasiyi yönetecek kişi kim? Bu süreci kapsayan bu bir buçuk aylık süreci yönetecek olan Washington Büyükelçisi. Hele Sayın Namık Tan gibi Washington’u herkesten daha iyi bilen; Washington’daki lobileri, think-thankleri, sivil toplumu ve bürokrasiyi çok iyi bilen bir büyükelçinin bu dönemde Washington’da hali hazırda olması gerekir.”
Soruları ve cevaplarını sürdürüyor:
“Türkiye’nin tezini en büyük hassasiyetle anlatması gereken dönemde Washington Büyükelçisi nerede? Ankara’da. Ne için geldi? İstişare için çağrıldı.”
Duruma bakarak şu yorumu yapıyor:
“İstişare iki ay sürmez. Demek ki Büyükelçi istişare için değil 24 Nisan’da Başkan’ın yapacağı konuşmada söylemesi muhtemel soykırım sözünün söylenmemesi ve tasarının genel kurulda oylamaya sunulmamasını sağlamak için bir tepki olarak geri çekildi. Doğru mu? Kanaatimce hiç değil.”
Neden doğru olmadığını üç ana maddede açıklıyor:
Bir…
“Bu en kritik dönemde, Washington’da diplomatik oyunun en büyük şiddetle oynanması gereken süreçte, Washington Büyükelçisi’nin orada mevcut olması gereğinden dolayı doğru değil.”
İki…
“Büyükelçimizin geri çekilmesi 4 Mart’taki komite kararına bir tepki. 4 Mart’taki komite kararından bir geri adım atılacak mı ki Büyükelçi geri yollanacak? Diğer bir ifadeyle ABD Başkanı soykırım sözünü nisan sonunda kullanmayabilir. Temsilciler Meclisi’nde tasarı oylamaya da sunulmayacak olabilir. Ama bunların hiçbirinin olmaması Büyükelçi’nin çekilme kararına neden olan 4 Mart’taki komite kararının değişmesi ya da geri alınması anlamına gelmez. Kısacası, 4 Mart’taki komite kararında bir değişiklik olmadan Büyükelçimizi nisan sonu gibi Washington’a geri yollayacağız. Yani geri çekme sebeplerimiz tam anlamıyla ortadan kalkmadan. Bu da kanaatimce bir diplomatik zafiyet olacak.”
Üç…
“Her zaman olduğu gibi, dış politika yine iç politika malzemesi haline dönüştürüldü ve bu mesele bir şov unsuru haline getirildi. Amerika yönetimi çok ciddi bir şekilde Amerikan yasamasına tepki gösterip, tasarının genel kurula gitmesinin önünü 10 Mart’a gelinceye kadar çözdü. Tasarı kesinlikle ve kesinlikle genel kurula taşınmayacak. Ama bu süreç ve Büyükelçi’nin hala geri yollanmaması hükümetin sürecin en başında söylemiş olduğu doğru tepkiyle kazanmış olduğu diplomatik zaferi yine kendi eliyle ve bazı şartları bile zorlayarak kaybedilmesi yönünde bir ilerleme gösteriyor.”
Sonra da şunu soruyor:
“Şimdi merak ediyorum. Hadi diyelim ki bu sene her şey istediğimiz gibi oldu ve süreci atlattık. Ya önümüzdeki yıl? Peki ya ondan sonraki? Ondan sonraki ve ondan sonraki… Büyükelçi çekme tepkimizin önümüzdeki yıllarda hafiflemesi halinde artık ne yapacağız? Konsolos, ateşe, büyükelçilik sekreteri, aşçı, çaycı; bunları da mı geri çağıracağız?”
Yaklaşımı şöyle:
“Türkiye’nin dönemsel tepkiler göstermektense bu işi kökünden bitirecek politikalara imza atması gerekiyor. Bunun için öncelikle Ermeni meselesi diye adlandırılan meselenin birbirinden tamamen ayrı üç unsur olarak ele alınması gerekliliğini artık anlamalıyız.”
Bu noktada…
Geleceğe yönelik olarak düşünce projeksiyonu yapıp, süreci ve çözümleri üç ayrı etap halinde ele alıyor:
Bir…
“Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu süreç: Bu süreç Türkiye’nin devletler nezdinde ele alması gereken bir dış politika sorunu. Amerika’daki yasa tasarısı ile de bu sürecin iyi gitmesinin uzaktan yakından alakası yoktur. Bunun en güzel örneği de içinde bulunduğumuz şu dönem.”
Şunun altını çiziyor:
“Futbol diplomasisi ile başlayan, protokollerle hızlanan ve ikili ilişkilerin gelişmesiyle ivme kazanan Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin tarihinde olmadığı kadar iyi olduğu bir noktada tasarı geçti. Demek ki Amerika’daki yasa tasarısı sürecine Ermenistan Türkiye yakınlaşmasının uzaktan yakından bir etkisi olmadı. Olması da mümkün değil. Çünkü Amerika’daki diasporanın hedefleri, ilkeleri, çıkarları ve arzuları Ermenistan Devleti’ni temsil etmiyor ve bu uğraş Ermenistan için verilmiyor.”
Tespiti şu:
“Türkiye bu iki konunun farklılığını net bir şekilde anlamalı ve idrak etmeli. Bu süreçte Ermenistan ile yakınlaşmaların ABD’deki tasarı sürecine etki etmeyeceği anlaşılmalı.”
Bir başka noktaya dikkat çekiyor:
“Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmasını Ermenistan’ın Karabağ’dan çekilme sürecine bağlaması Türkiye’nin dış politika olgusudur ve doğrudur. Çünkü Türkiye için Karabağ sorunu çözülmeden bir sınır açma meselesi diplomatik olarak mevzu bahis olamaz. Fakat Türkiye’nin arabulucu olarak gördüğü ABD, Karabağ ve sınır açma hadisesini birbirinden tamamen bağımsız iki unsur olarak kabul ediyor, ilk adımı da Türkiye’den bekliyor.”
Eleştirisi şu:
“ABD’nin bu tavrını doğru okuyamamak diplomatik olarak bir yanlış algılamaya sebebiyet verebilir. Ama asıl sorun ve asıl zaafiyet Karabağ meselesinin çözüm noktasının ABD olduğunu düşünmek ve bu hususta ABD’yi karar verici olarak görmekten geçer.”
Başka bir adres gösteriyor:
“ABD süper güç olması nedeniyle dünyanın pek çok noktasında belirleyici ve tayin edici kabul ediliyor. Ama Ermenistan-Azerbaycan sürecinde belirleyici olan ülke ABD değil Rusya. Bu süreçte Rusya’nın Karabağ meselesinin çözümünde asıl etken ülke olduğu ve Karabağ sorununu çözmek için Rusya’nın asıl talebinin Türkiye’nin Ermenistan sınırını açması değil, Azerbaycan’ın Rusya’nın güvenlik politikalarını alakadar edecek bazı ödünleri Rusya’ya vermesi olduğu unutulmamalı.”
Yani…
“Yani Karabağ meselesinin çözümünde Türkiye iki hataya düşüyor. Bu hatalar ABD’nin Ermenistan Azerbaycan sürecinde belirleyici ülke olarak görülmesi ve Karabağ sorununu da çözmek için Ermenistan ile olan sınırları açmanın yeterli olduğunun düşünülmesi.”
İşareti şu:
“Çözüm; bu noktada belirleyici ülkenin Rusya olduğunu idrak etmek ve Karabağ meselesinin çözümünün Rusya’nın Türkiye’den beklediği bir ödün değil, Azerbaycan’dan alacağı bir ödün olduğunu görmektir.”
İki…
“Türkiye’deki kaçak Ermeniler sorunu: Bu mesele geçtiğimiz günlerde Başbakan’ın bir konuşmasında dile getirdiği, hem dünyada hem Türkiye’de tepki çeken ve daha sonra da Başbakan’ın yeni bir konuşmasıyla düzelttiği bir süreç.”
Konuya insan boyutundan bakıyor:
“Öncelikle şunu söyleyelim Türkiye’de yaşayan Ermeniler Türkiye’nin birer vatandaşı, birer parçası ve her Türk vatandaşı gibi bu ülkenin sahipleridirler. Ne iç ne dış politikada bu bir sorun değil, Türkiye’nin kıymetli bir zenginliğidir. Ancak milliyeti Ermeni ya da herhangi başka bir millet hiç önemli değil, Türkiye’de kaçak çalışan herhangi bir insan Türkiye’nin bir istihdam, bir ekonomi, bir güvenlik ve bir sosyal sorunu.”
Olması gereken konusunda şöyle düşünüyor:
“Hiçbir suretle devleti temsil eden biri çıkıp, hangi milletten olursa olsun Türkiye’de kaçak çalışan birini diplomatik tehdit unsuru haline getirmemeli ve zaten yanlış olarak yaşanmakta olan bir süreci tasvip etmemeli. Diğer bir deyişle Türkiye’de Türk vatandaşı olan milyonlarca insan işsizken, sayısı ne olursa olsun, milliyeti ne olursa olsun illegal çalıştığı tespit edilen biri hemen sınır dışı edilmeli ve illegal işlerine son verilmeli.”
Gerekçesi şu:
“Bu bir Ermeni meselesi değil, bu devletin kendi halkına istihdam sağlayacak olanakları illegal bir şekilde işgal eden başka bir kimseye göstermesi gereken doğal bir tepki. Ama burada devletin üst düzey bir yöneticisinin bu sürece haiz olduğunu söylerken durumun illegal tarafının bilincinde olduğunu ifade edip, sorunun şu ana dek önleminin alınmaması başlı başına yanlış.”
Üç…
“ABD’nin Ermeni diasporasının çıkarmaya uğraştığı sözde Ermeni Soykırım tasarısı: Bu tasarının ne olduğunu, nasıl geliştiğini ve diasporanın asıl motivasyon etkilerini defalarca konuşuldu. Şimdi geleceğe ve mevcut sürece doğru bu işin nasıl önleneceği ve Türkiye’nin gündeminden nasıl kaldırılacağıyla ilgili öneriler yapılması gerekiyor.”
Şu noktayı özellikle anımsatıyor:
“Şu unutulmamalıdır ki bu süreç ABD iç politika meselesidir ve ABD Temsilciler Meclisi üyelerinin seçim kampanyaları süresince hem oy, hem maddi destek aldıkları Amerika’daki Ermeni topluluğunun etkisinde kalmaları olarak özetlenebilir.”
Bu gerçeğe karşı yapılması gereken şu:
“Nüfus itibariyle ABD’deki Ermeni nüfusu Türk nüfusuna göre çok daha fazla. Temsilciler Meclisi üyesi çıkaran bazı eyaletlerde Ermeni nüfusu yoğun. ABD’deki Türkler oradaki açığı kapatmak için bir göç ya da nüfus patlaması yapamayacağına göre, Türkiye bu nüfus açığını ancak başka milletlerin lobisinden istifade ederek kapatabilir.”
Çarpıcı bir değerlendirme yapıyor:
“Türkiye bu bağlamda yıllardır Azeri ve Yahudi lobileriyle Türk tezini birlikte savunmuş, bu lobilerin de desteğini almıştır. Fakat Türkiye’nin Azerbaycan ve İsrail’le yaşadığı gerginlikler ABD’deki bu lobilerin Türkiye ile olan ilişkilerini de etkiledi. Türkiye’nin alması gereken acil önlem Afro-Amerikan, Çin, Hint, Latin gibi nüfus olarak büyük ve etkili, aynı zamanda da Ermeni diasporasının etki alanları dışında kalan lobilerle ilişkilerini iyileştirmesi olmalı. Bu lobilerin desteğinin alınması Türk tezinin sözde soykırım tasarısına karşı savunulması konusunda büyük avantajlar sağlar.”
Bir önerisi daha var:
“Bir diğer önlem ABD’deki Türk lobilerinin ve Türk Dernekleri’nin koordinasyonunun sağlanması. Evvelki dönemlerde New York’taki Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu, Washington’daki Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi, iki ülke arasındaki ticari ilişkileri geliştirmeye çalışan Amerikan Türk Konseyi ve eyalet bazlı Türk Amerikan Dernekleri dışında büyük bir Türk lobicilik faaliyeti mevcut değildi. Son dönemde ise Türk Kültür Vakfı(Turkish Cultural Foundation), Türk Amerikan Koalisyonu, Türk Koalisyon-ABD Politik Hareket Komitesi gibi daha bir çok dernek ve sivil toplum örgütü kurulmaya başlandı.”
Bu noktada ortaya çıkan bir sıkıntıya dikkat çekiyor:
“Buradaki sıkıntı aynen Türkiye’de yaşandığı gibi dindar-laik çatışmasının ABD’deki derneklere de sirayet etmiş olması. Bu ideolojik ayrımın ABD’deki derneklerin bir çoğunda fikri farklılıklar gösterdiği gözlemleniyor.”
Yapılması gerekeni de söylüyor:
“Yapılması gereken önemli husus büyük ölçüde devletin organizasyonu ile fikri farklılıklar ne olursa olsun, siyasi düşünceleri ne boyutta olursa olsun, sözde soykırım tasarısında bütün bu derneklerin organize hareketi sağlanmalı. Bundan 10 sene öncesine göre ABD’deki Türk dernekçiliği ve lobiciliği çok daha güçlü bir konumda ve bu güç iyi bir şekilde organize edilerek kullanılmalı.”
Yapılabileceklerden biri de şu:
“ABD Temsilciler Meclisi seçimlerinde; ABD’deki Türk topluluğunun organize bir şekilde seçimlerde aktif rol alması, aday olması, seçim kampanyalarında çalışması ve adayların seçim kampanyalarına maddi destek vererek siyasi güç sağlamaları olabilir. Böylece süreçte söz sahibi olunabilir.”
Konunun başka boyutunu Bahçeşehir Üniversitesi Amerikan Araştırmaları Merkezi Başkanı ve FDD Kıdemli Analisti Burak Küntay onu da şöyle dile getiriyor:
“Bu süreçte her şey devletten ve devletin resmi organlarından beklenmemeli, Türkiye’de bilinçli bir kamu diplomasisi unsuru oluşturulmalı.”
Cümlesindeki kamu diplomasisi sözünü de şöyle açıyor:
“Sadece tasarının oylanacağı günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden Temsilciler Meclisi’ne giden ve Türkiye tezini ifade etmeye çalışan vekillerle yetinilmemeli. Bir devletin cumhurbaşkanı, başbakanı, bakanı, milletvekili ya da bürokratı devletin son sözünü söylemeli. O esnaya kadar kamu diplomasisi devlet diplomasisinin önünde tutulmalı ve söylenmesi gerekenler kamu diplomasisi yolu ile söylenmeli.”
Bunun nasıl yaşama geçirilebileceğini ise şöyle söylüyor:
“Kamu diplomasisini hayata geçirmenin en önemli şekli, Türk işadamlarının Amerikan işadamlarıyla, akademisyenlerin akademisyenlerle, gazetecilerin gazetecilerle, Türk sivil toplum yöneticilerinin Amerikan sivil toplum yöneticileriyle, Türk üniversite öğrencilerinin Amerikan üniversite öğrencileriyle başlatacağı diyalog ve tartışma sürecidir.”
Şunu önemsiyor:
“Bütün bu faaliyetler kamu diplomasisini oluşturacak, güçlendirecek ve devletin üstünden büyük yük alacak faktörler. Şu andaki süreç biraz popülist, biraz şovenist, biraz da bilgisizce Türkiye gündeminde tartışıldı. Geçmişte ne olduğu, bugün ne yaşanmakta olduğu ifade edildi. Ama büyük ölçüde ne yapılmak gerektiğine olanak veren bir proje ortaya konmadı.”
Son sözü de şu:
“Artık Türkiye şu yaşadığı tatsız süreci kökten ortadan kaldırmak için bir duruş sergilemeli ve ifade edilen çözümler hayata geçirilmeli.”